Bu Blogda Ara

31 Ara 2020

KELİME OYUNU 5

Makbule Abalı  Uçun Kuşlar   www.ucunkuslar.blogspot.com

Her hafta bir kişi tarafından belirlenen Kelime Oyununun bu haftaki 5 kelimesi Bonheur arkadaşımız tarafından belirlendi. (Film, keman, kedi, ağaç, hasret)


FARKLI BİR GECE

Gün nasıl da yoğun geçmişti. Kapris  çekmek zordur. Hele maddi gücüne güvenen şımarık insanların kaprisi. Ama artık alışmıştı. Eskiden bu durumlarda aşağılandığını düşünürken artık onları olduğu gibi kabul etmek gerektiğini öğrenmişti. Öte yandan tek başına kendi kendini yönetmeyi de biliyordu artık. Eşinden ayrılma kararı aldıktan sonra 5yaşındaki oğlu kendisinde kalacaktı. Sevdiği insanların kopması çocukların mutsuzluğuna neden oluyor. Çocukken sorulan "Anneni mi, babanı mı daha çok seviyorsun?" sorusunun anlamsızlığı gibi. 

Henüz mahkeme kararıyla ayrılmamışlardı. İçinde buruk bir hüzün vardı. Oğlunu babasız büyütmek istemezdi. Eşi sinirliydi ama kötü bir insan değildi. Ailede 5 kız arasında büyüyen tek erkek olma şansını iyi kullanamamıştı. "Erkek egemen bir toplumda yetişmek her bir davranışına sinmişti. Bu hafta baba- oğul babaanneye gitmişlerdi.  "Acaba ne yaptılar "diye düşündü ."Hasret buram buram" dedi. Oğlunun kokusunu nasıl da özlemişti. Gülüşünü, annemmm deyişini... İçi burkuldu, burnunun ucu sızladı. Biraz hava almak için pencereyi araladı. 

Uzaklardan insanı duygulandıran bir keman sesi geliyordu. Çocukluğunu hatırladı; Kemana başlamış ama babası maddi sıkıntıya düşünce bırakmıştı. Hayallerine dalmışken bahçedeki ağaçtaki hışırtıyı fark etti. Ürperdi. Eşinden hala çekiniyordu. "Ama çok da seviyorum"  diye fısıldadı." Ya oğlum... Sevgisiz bir evde bir çocuk nasıl büyür? Bütün gün evde bilgisayarda saçma sapan  filmler izleyerek beyni uyutulan çocuklar sırasına girecek. " Soğuktan değil, karamsar düşüncelerden içi titredi. Pencereyi örtmek istedi. Aynı anda ağacın alt dalından bir kedinin atladığını gördü. Kendi kendine itiraf edemese de korktu...

Aynı anda kapı zilini duydu: Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. "Bir Yılbaşı gecesi ve yapayalnızım dedi. Kapının gözetleme deliğinden bakmak istedi ancak dışarıdan elle kapatılmıştı. Yardım istedi, bağırdı. Keman sesi bile artık duyulmuyordu. Kapı ısrarla çalınınca aralık bırakarak açtı :Önce oğlunu gördü, ellerinde kocaman bir demet kır çiçeği taşıyordu. Ve sonra eşini, elinde çok güzel bir hasır sepet , içinde en tazesinden mevsim meyveleri... "Değişmek, kendini yenilemek çok da zor değilmiş" diye geçirdi kafasından. Parçalanmış aile olmayacaklardı artık. Kök sağlam olursa ağaçlar da kurtulabilirdi.

Makbule ABALI 



28 Ara 2020

YAVRU KEDİ (Mini Öykü )


 Bu mevsimde buralara yağan yağmurlar çok da şiddetli olmaz. Gene öyle başladı. Önce çiçekleri, ağaçları yıkadı. Yollarda çamur birikintileri olmadı. Sonra birden hızlandı. Caddeler ıslandı, insanlar kaçıştı. Apartman balkonlarından çamaşırlar toplandı.

7-8 yaşlarındaki küçük kızın evi yakın olmalıydı. Salıncaklara binerken  görmüştüm. Ansızın onu tekrar gördüm. Bir ağaç altına sığınmış, kucağındaki yavru kediyi de korumaya almıştı. Minik eller minik yavruyu sarıp sarmalamıştı.  Küçük kızın saçlarından damlalar akıyor ama o hiç aldırmıyordu.  Artık yağmur altında değildiler. Adeta tablo gibi bir görüntü vardı karşımızda. Çıkarsız dostluk,  vefa, içten sevgi, paylaşım hepsi iç içeydi bu  tabloda.   Sırılsıklam olmak duyguları köreltmiyor, aksine belki de pekiştiriyordu...

Makbule ABALI

21 Ara 2020

GÖÇMEN KUŞLAR...


Havada kuş sesleri var;

Kanat çırpışları, haykırışları

Uçurtmalar bile geride kalmış

Kuş beyinli olmadıkları kesin 

Sıra halinde dizilip uçuşlarından

Yorulunca öndekilerle arkadakilerin yer değiştirmelerinden,

Tek başına uçan yok, en az ikili

Rüzgar, fırtına, yağmur 

Hiçbiri engel değil uçmalarına 

Ne boyun eğiyorlar engellere,

Ne kaçıyorlar zorluklardan...

Özgür, bağımsız kuşlar

Size eşlik etmek isteyecek öyle çok insan var ki...

Yönünüz belli, yeriniz, yurdunuz belli

Mevsimler değişiyor, uçun kuşlar, hep böyle uçun

Uzak diyarlara hep bildiğiniz, hep bellediğiniz gibi...

Makbule ABALI

 

18 Ara 2020

MEVLANA'DAN DEYİŞLER...


***Dünya gözü ile bakan yüzü, gönül gözü ile bakan özü görür.

***Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.

*** Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et. Çünkü söz yürekten gelir, dilden çıkar.


*** Kazandıkça bölüşemiyorsan

      Elini sorgula

     *** Konuştukça kırıcı oluyorsan 

           Dilini sorgula.

***Yürüdükçe menzilden çıkıyorsan

      Yolunu sorgula

*** Ömür geçtikçe yerinde sayıyorsan

   Gününü sorgula 

***Sevildikçe vefasız oluyorsan

     Gönlünü sorgula

*** Hangi halde olursan ol

       Sonunu sorgula.

***Çalınan her kapı hemen açılsaydı ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı.

***Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayacağı kadardır.



14 Ara 2020

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 69


EVLİLİKLERDE BOŞANMA VE AYRILIKLAR 

Uzun bir yol arkadaşlığıdır evlilik. Hayat arkadaşlığı da denebilir.  Arkadaşlığın gerektirdiği tüm özellikleri içerir; Güven, sadakat, içtenlik, sevgi, vefa, dostluk, paylaşım duygusu... Ama gene de bir başkadır, farklıdır, özveri gerektirir. İki farklı yaşamın buluşmasıdır, birbirini tamamlamasıdır.

Bazen zıtların buluşması olabilir. Ama mutluluk, eşini değiştirmeye çalışmadan onu anlamaya çalışmakla bulunabilir. Yıllardır süregelen bir kişiliği, karakteri birden değiştiremezsiniz. Çoğu kez her şey karşılıklı duyulan aşkla, sevgiyle başlar. Ama yıllarca süren nişanlılıklar bile bazen  evlilik sonrası ayrılıklarla sonuçlanabilir. Oysa aşk, beraberliğin sürdürülmesini sağlayan  tek ölçü değildir .Cinsellik evliliğin  devamında tek başına bir güç değildir.

Boşanmaların en temel nedeni olarak şiddetli geçimsizlik açıklanır. Güzel aylar bitince evden de hoş olmayan kaba sesler yükselir. Bazen sessizliğin sesi kaplar evi. Söz bitmiştir, sevgi. aşk, iki insanı birbirine bağlı kılan her şey tükenmiştir. "Ölesiye seviyorum" diyen insan cinayete kadar vardırır işi. Bazen bir başka kadın ya da erkektir ayrılık nedeni. Sevgisizlik, ilgisizliktir, aşırı kıskançlıktır. Alınacak bir eşyanın, malın, takının eksik oluşudur. Son yıllarda magazin basınından duyuyoruz: Evlilik sözleşmeleri yapılıyor, mal paylaşımı sağlam zeminlere oturtuluyor.

Nedendir bilinmez son yıllarda dizi filmler hep mutsuz evlilikleri, sadakatsizliği, ihaneti, araya giren ikinci kadının varlığını işler oldu. Toplumdaki olayların televizyona yansıması mıdır yoksa dizilerin olumsuz etkisi mi? Kadına şiddet, hakaret, aşağılama pek çok dizi ve filmde konu alınıyor.

Yol arkadaşlığında yol uzadıkça yük çoğalır ama birbirini tanıma netleşir. Yol daha çekilir hale gelir. Çabuk yorulanlar, pes edenler için ise yol çekilmez olur. Bazen evlilik resmen bitmeden de hayat bitmiş gibidir. Hayatın anlamı kalmamış gibidir. Çoğu kez ekonomik sıkıntılar bu durumu tetikler. Yollar ayrılmasa bile çıkmaz sokaklara sapmalar başlar.

Sokrates'in düşündürücü bir sözü var:" Ne pahasına olursa olsun evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz, yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz."

Güvenli, sevgi dolu uzun yol arkadaşlıkları dileyerek...

Makbule ABALI




TÜRKAN SAYLAN'I ANMAK...




 


10 Ara 2020

BİR MASAL GİBİ...



10  Aralık İnsan Hakları Günü.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, dünyada 1943 yılından beri yürürlükte.

BİR MASAL GİBİ...

Ceza evinde büyüyen bir çocuk vardı; 
Henüz 6 yaşında, küçücük bir çocuk,
Annesi tutuklu, o suçsuz tutuklu,
Bir gönüllü küçük tutuklu...
Tüm tutuklular çok severdi onu,
Getir-götür işleri yapardı,
Her gün hiç aksatmadan ;
Çiçeklere su verir, 
Kuşları besler,
Avluda uçurtmasını uçururdu...
Neden buradasın diye sorarlardı;
İyi insan olmak için derdi. 
En değişmez cümlesi buydu. 

Bir gün ceza evi yönetimi değişti;
Çiçekler yasaklandı,
Kuşlar yasaklandı,
Uçurtma uçurmak bile yasaklandı.
Onun en çok canını sıkan,
Uçurtmanın yırtılması idi.
O günden sonra hiç konuşmadı,
Sustu, hep sustu.
Suskunluğunu bile anlamadılar,
Oysa o artık iyi insan olmaktan vazgeçmişti.

Makbule ABALI.

Not:Türkiye'de halen 0-6 yaş arası 700 kadar çocuk, anneleriyle birlikte ceza evlerinde kalmaktadır.





6 Ara 2020

KORONA GÜNLERİ...


İnsansız kentler

Taşıtsız caddeler

Çocuksuz okullar,

Öğretmensiz sınıflar,

Sınavsız dersler...

Karanlık sokaklar,

Boş dükkanlar,

İşsiz personel...

Siren sesleri,

Cankurtaran arabaları,

Hep dolu yataklar,

Yer olmayan yoğun bakım üniteleri.

Yorgun sağlık emekçileri

Yolcusuz toplu taşıma,

Bir rüya gibi,

Bir korku filmi gibi...

Zaman geçecek, bitecek elbette ;

Ne zaman, hangi ay, hangi yıl

Bilinmez.

Bir zamanlar yaşandı denecek

Koronalı günler de geçecek

Bir kabus gibi,

Bir film gibi

Umutlar tükenmeden, 

Kötülüklerden dersler  alarak

Sona erecek bu hikaye de...

Makbule ABALI



2 Ara 2020

BİR KAYIKÇININ DÜŞÜ...(Öykü )


Aralık Ayının ilk günlerinden biriydi. Biraz soğuk, yağmur beklenen günlerden bir gün.
  Yılın son ayının son günleri. Özlemle beklenen, heyecanla başlanan , türlü çeşitli durumlar yaşanan koca bir yılı uğurlamaya hazırlanıyorlar kasabanın insanları...

Küçük bir sahil kasabası burası. Yazın dolu, kışın sakin benzerleri gibi.  Hayattan fazla beklentisi olmayan orta halli insanlar. Günlük kazanç hayatı sürdürmeye yetiyor. Çoğunluğun geçim kaynağı balıkçılık ve kayıkçılık. Kayıkla balık tutmaya açılırlar ya da karşı sahile yolcu taşırlardı.

Genç adam sahile arabasıyla indi. "Evde daha fazla kalamazdım" diye düşündü. Boğuluyordu adeta. "Mis gibi iyot kokusu" dedi, derin bir nefes aldı. Kapalı yerde kalamama korkusu yıllar önce yaşadığı depremden kalan bir izdi. Renk renk kayıklar sahilde özenle sıralanmışlardı. Kayıkları bekleyen kayıkçı Dede'yi gördü ansızın. 

Başında saçlarını toplayamayan beresi, sırtında kırmızı montu ile herkesin dedesi. Kim bu adı takmıştı, bilinmez. Bir Karadeniz türküsünü söyleyerek bir poşeti karıştırıp duruyordu. Onu görünce tok sesiyle "Sana bugün simit ikram edemiyorum, hiç kalmamış" dedi. Ekledi: "İnsanlar gelmiyor diye simitçi bile uğramıyor artık." Oysa bayat simitler hem bana hem balıklara yetiyordu. "Ah bir de yakınlarda bir  simitçi fırınım olsaydı, ya da ikici elden bir fırın alabilseydim. Kuşlar, balıklar, ben hepimiz doyardık."

"Herkesin düşleri kendince büyük, kendince güzel" dedi genç adam. Ama bahçeli bir ev hayalinden hiç söz etmedi. Bu arada arabada unuttuğu, balıklar için aldığı simitleri hatırladı.  "Bugün sen benim konuğum ol" dedi. Kayıkçı Dede güldü, tok sesiyle "Ama bir çayım bile yok. Korona bizi tüketti" dedi.

Ve kendiyle konuşur gibi devam etti: "Bazen bir kayığa, tekneye binip uzaklaşmak geçiyor aklımdan. Ama gitmek de, kalmak da zor. 

Şairin dediği gibi:

 'Bakakalırım giden geminin ardından 

Atamam kendimi denize, dünya güzel

Serde erkeklik var, ağlayamam.'

Benzer sıkıntıları yaşayan insanlar çabuk dost olurlar. Birbirlerini  kolay anlarlar. Yaralarının kaynağı ortaktır. Balıkçı uzaklara bakıp düşünürken genç adam arabadaki simitleri almaya yöneldi. Bir taraftan da yavaşça mırıldanıyordu. "Serde erkeklik var, ağlayamam..."

Makbule ABALI







30 Kas 2020

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 67

TOPLUMDA GÜVEN DUYGUMUZU KAYBETMEMİZİN NEDENLERİ...



Hayatımız boyunca çeşitli duygular sarıp sarmalıyor bizi.  Duygularımız  İçimizden gelen ruhsal tepkilerle de  değişip başkalaşabiliyorlar. Böylece belki  daha sakin. daha öfkeli, sabırsız, ya da daha sevecen, daha şefkatli oluyoruz. Çevremizdekilere karşı  tepkilerimiz  de değişiyor o zaman.; Seviyoruz, güveniyoruz, güvenimizi kaybediyoruz, heyecanlanıyoruz, utanıyor veya sinirleniyoruz. 

Duygularımız bizim insan  yanımız. Bizi biz yapan, bizi tamamlayan, kendimizi ifade etmeye yardımcı olan dürtülerimiz. Olaylara, kişilere, yaşadıklarımıza göre farklı duygular yaşıyor, farklı tepkiler gösteriyoruz. Bu bizi başkalarından  farklı kılıyor. Güven arayışı en baskın duygularımızdan biri. Her yaştan insan kendini güvende hissetme ihtiyacı duyuyor.  Ancak çocuklar ve yaşlılar buna en çok ihtiyaç duyanlardan. Yaş aldıkça duygularımız da değişime uğruyor. Geçmiş yıllara göre dozu artıyor ya da azalıyor. 

İnsan düşününce şaşırıyor; Ne oldu, neler yaşadık da toplum olarak bu denli birbirimize güvenemez hale geldik? Eskiden kapısını kilitlemeyen insanlar bugün neden kilit üstüne kilit vuruyorlar? Bir çocuğun saçını okşayan bir yetişkin neden hemen kuşku uyandırıyor?  Kafamızda potansiyel suçlular yaratıyoruz. Siyasetçilerin açıklamalarına neden güvenemiyoruz? Depremlerde, doğal afetlerde yanlış uygulamaları görünce nasıl kahroluyoruz? Birbirine yabancılaşan, uzaklaşan, kuşku duyan insanlar olduk. Korona sonuçları tablolar halinde açıklandığında nasıl da hayal kırıklığına uğradık. Yeni tablolar da yanıltıcı olabilir güvensizliğiyle sarsıldık.

Ben  ülkemde en çok adalete güven duymak istiyorum. Gerçek suçlularla suçsuzların ayırt edilmesinde adaletin terazisi eğrilmesin istiyorum. Yeni kuşak çocuklarımız ve gençlerimiz de güvensiz, kuşkucu ve şüpheci yetişiyorlar. Yüzyıllar ötesinden Epicure "Güvensizlik başlayınca dostluk kaybolur" diyordu. Oysa sevgi, dostluk, vefa , anlayış, paylaşım duygularından yoksun mu  büyüyecekler? Biz eski eğitimciler  kindar nesiller olmasın istiyoruz.

Yalan, aldatmaca, acımasızlık, şiddet giderek artıyor.  O zaman karşı çıkma, savunma ihtiyacı da giderek artıyor. Sessiz ama her an tepkiye hazır  insanlar  çoğalıyor. Uzun süredir maaşını, tazminatını alamayan, ailesine karşı başı önde, ezik babalar, gençler çoğalıyor. Güvensizlik aileleri parçalıyor. Düşünmek aynı zamanda beyin jimnastiği sayıldığına göre kendinize sorun lütfen: Çevrenizde gerçekten güven duyduğunuz kaç kişi var? Geçmişle bugünü kıyasladığımızda neden daha öfkeli, daha sinirli, daha güvensiz bir toplum olduk? Neden farkındalıklarımız azaldı ? Çevremizdekilere  güvenemeyince neden yalnızlığı seçer olduk ? Gelecekten umutlu musunuz?

*** Deniz kumunun karışmadığı sağlam bir ağaç evde yazımı yazmakla  huzur buldum.

*** Başta Deeptone olmak üzere  bu zamana dek Ağaç Ev Sohbetlerinde emeği olan arkadaşlara teşekkürler.

*** Katkıda bulunacak arkadaşlarıma şimdiden çok teşekkür ederim.

***Hepimiz için, ülkemiz için, güvenli, umutlu, aydınlık bir gelecek diliyorum.






25 Kas 2020

ŞİDDETİN OLMADIĞI BİR DÜNYA...


Yanı başınızda hiç beklemediğiniz bir anda aniden çok şiddetli bir ses duysanız ya da gözünüzün önünde bir inşaatın asansör zinciri koparak düşse. Yolunuzun üstünde bir çocuk, babası tarafından cezalandırılmak amacıyla kıyasıya dövülse. Bir başka yerde bir kadın kocası tarafından dövülse, şiddetle hırpalansa. Şiddete dayalı her olay içimizi acıtır, kafamızı kurcalar. Beynimizde, yüreğimizde bir şeyler tuz buz olur adeta.

Sadece insana eziyet şiddet sayılabilir mi? Elbette hayır. Doğaya zarar verme, hayvanlara eziyet etme, eşyaları tahrip. Hepsinin özünde kaba kuvvet, gücü kötüye kullanma, acımasızlık, kötü niyet var. Şiddeti tetikleyen faktörler bazen içimizde yılların biriktirdiği isyankarlık duygusu, , kin, öfke, nefret temelli olabiliyor. Ancak mantıklı bir insanın öfke kontrolünü yapabilmesi gerekir.  

Şiddeti çağrıştıran başka olaylar da var; Doğada aniden gök kararsa, şimşekler çaksa, gök delinmiş gibi yağmur yağsa, yıldırım düşse yakınlarda bir yerlere... doğanın bu şiddeti, baş kaldırışı da bizi korkutur, ürkütür. Belki bir eğlencede havai fişeklerin ardı ardına patlaması, bir köy düğününde eğlence amaçlı atılan silahlar, bazen kazara düğün evinin cenaze evine dönüşmesi, bir felaketler zincirinin başlaması.

Zamanla şiddete alışmak, şiddeti kanıksamak,  insanın insana eziyeti asıl karşı çıkılması gereken. Hep kadına şiddeti dile getiriyoruz. Kadına şiddeti tabii ki kınıyoruz, olmamasını diliyoruz. Ancak sadece kadına değil, korunması gereken herkese kötü davranış, eziyet, acımasızca davranış, insanlık dışı tavır... Kadına, çocuğa, zayıf insana, kendini savunmaktan acize, güçsüze, zor durumda kalmış bir canlıya yapılan şiddeti her zaman, her yerde kınamamız gerekir. 

İnsanın insana eziyetine, şiddet uygulamasına kim, nasıl son verecek? Evlerde henüz çocukların uyumadığı saatlerde başlayan dizilerde, filmlerde sergilenen işkence sahnelerinin, çatışmaların olumsuz izlerini kim nasıl belleklerden silecek? Çocuklar bilgisayar oyunlarındaki savaşları gerçek hayata taşıyabilir diye kim endişe edecek?

 Şiddet geçicidir, yayılabilir, taklit edilebilir. Evde çocuklar şiddet içinde büyüyorsa onlar da zor durumda kurtuluşu şiddet uygulamakta bulacaklardır. Öğretmen okulda şiddet uyguluyorsa çocuklar teneffüslerde, okul çıkışlarında öğretmenin küçük bir kopyası olacaklardır. Yönetici iş yerinde şiddet uyguluyorsa, çalışanlar o birikmiş öfke ve sinirle çevresindekilere sert ve acımasız davranacaklardır. Öfke, akılcı yöntemlerle bastırılmadan kışkırtılıyorsa bir gün daha büyük patlamalarla ortaya çıkabilir.

Çevremizde rastladığımız şiddet olaylarının kökeninde geçmişten kaynaklanan bir olumsuzluk, bir eğitim hatası olabilir. 
Bir insanın içinde şiddet tohumları yeşermeye başlamışsa kısa zamanda dal budak salacak ve çevresine yayılacaktır. Toplumsal şiddet bireysel şiddetten de daha acımasız, daha zarar verici olabilir. 

Şiddetin olmadığı bir dünya özlüyoruz. Dileriz, dünyamızı şiddet çatırdatmasın, içimizden sevgi, merhamet, insanlık, iyilik duyguları eksilmesin...
Makbule ABALI
Kadına yönelik şiddete karşı Uluslararası Mücadele Günü
İlk yayınlama: 28.11.2014





24 Kas 2020

KUTLAMA ÇİÇEKLERİ...


Öğretmenim hatırlar mısın?
 

Tam bir yıl önce bugünü

Bir 24 Kasım günüydü

Sınıfta tek bendim

Sana çiçek getiremeyen

Rengarenk kurdelelerle bağlanmış

Kasımpatılar, güller, papatyalar...

Benim ellerim boştu,

Başım eğik, boynum bükük.

Bütün çiçeklerimiz kurumuştu bahçede;

Soğuktan, susuzluktan, bakımsızlıktan...

Çiçekçiye gidemedim Öğretmenim

Sana çiçek alamadım.

Geçen yıl kendime sözüm vardı

Bu yıl sana ben de çiçek verecektim,

Kurdelem bile hazırdı;

Gene veremedim Öğretmenim...

Bir mikrop yüzünden

Bütün okullar kapalıydı.

Uzaktan eğitim olsa da 

Uzaktan çiçek verilir mi ki?

Bilgisayarda soru sorulur da

Çiçek sunulmaz ki Öğretmenim,

Ben sana dokunamazsam

Sen çiçeklerin kokusunu alamazsan

O kutlama sayılmaz ki Öğretmenim...

Makbule ABALI

Zor koşullarda özveriyle çalışan tüm öğretmenlerimize mutlu, güzel bir gelecek diliyoruz.




20 Kas 2020

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ...(20 Kasım )



Çocukların hakları olduğunu, bu hakların dünyadaki bütün yetişkinler için de önemli olduğunu, sadece bir gün değil, günlerce hatırlatılması ve uygulanması gerektiğini bildiğimiz gün çok şey değişecek.

Şiddete uğrayan, dövülen, hırpalanan, tecavüze uğrayan çocuklar, çocuk gelinler, küçük yaşta çalışan işçi çocuklar, okuma çağında iş gördürülen çocuklar, savaşlarda mağdur olan çocuklar... Hiçbiri bunu hak etmiyor. Çocukluğunu yaşamak, insanca yaşamak onların da hakkı. Bu hakkı savunmak da yeryüzündeki tüm yetişkinlerin görevi olmalı.
Bu konudaki duygu ve düşüncelerimi bir şiirle dile getirmek istedim:

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI

Hakların var, biliyor musun çocuk?
Sen bilmesen de dünya biliyor.
Sadece bir günlüğüne mi konuşuluyor hakların?
Çocukluğunu yaşayabildin mi?
Gülücükler ne zaman dondu güzel yüzünde?
Çizgiler ne zaman oluştu alnında?
Ne zaman ayrıldın sevdiklerinden?
En son oyununu ne zaman oynadın?
Kendin için ne zaman, ne istedin?
Sevgi dünyanın neresinde gizli?
O güzel insanlar nerelerdeler?
Sokaklar bazen oyun alanındı,
Savaş kalıntıları oyuncakların.
Sesler, kavgalar arasında sen dünyanı unuttun,
Dünya , çocukları çoktan unuttu.
Oyuncak silahlar üretildi çocuklar için,
Savaşlı bilgisayar oyunları oluşturuldu.
Bitmeyen cinayetler, saldırılar yüzünden;
Siz haklarınızı unuttunuz,
Biz sizi...

Makbule ABALI. 
2017 Kasım
3 yıl öncenin bir paylaşımını paylaşıyorum. Nostaljik bir paylaşım.




17 Kas 2020

FARİD FARJAD'DAN SEÇMELER...


"Kemanı konuşturan Adam" sözcüklere de can veriyor:

***Güzel insan aramak ile "insandaki güzelliği aramak" arasında derin bir fark vardır. 

***Güzel konuşmak, ince düşünmek, halden anlamak, sevmek, düşeni kaldırmak, ağlayanı güldürmek, sarılmak hep bedava biliyor musunuz?

*** Birinin hayatına, birinin üzüntüsüne, birinin mutluluğuna, birinin ruhuna, birinin eline, yüzüne, sırtına , omuzuna, yüreğine bazen söz, bazen göz, çoğu zaman kalbinizle minicik de olsa tüm samimiyetinizle dokunun.

*** Biraz vicdan, biraz bahar, biraz yağmur, biraz hayal, birkaç kitap, çokça umut, herkese iyi gelir.

*** Acı diyorum efendim, o da evrensel olmalı ; Bir çocuğun eline diken batsa , insanoğlu yanmalı.

Farid  FARJAD





 

14 Kas 2020

ORHAN VELİ 'Yİ ANMAK...


AYRILIŞ

Bakakalırım giden geminin ardından;

Atamam kendimi denize, dünya güzel;

Serde erkeklik var

Ağlayamam.

YALNIZLIK

Bilmezler yalnız yaşamayanlar;

Nasıl korku verir sessizlik insana;

İnsan nasıl konuşur kendisiyle;

Nasıl koşar aynalara,

Bir cana hasret,

Bilmezler.

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum...

KİTABE-İ SENG-İ MEZAR

Mesele falan değildi öyle,

To be or not to be kendisi için;

Bir akşam uyudu ;

Uyanmayıverdi.

Aldılar, götürdüler.

Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.

Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar

Haklarını helal ederler elbet.

Alacağına gelince...

Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

Orhan Veli KANIK

D: 13 NİSAN 1914

Ö: 14 Kasım 1950

36 yaşında yitirmişiz. Saygıyla, rahmetle anıyoruz .M. A




  

13 Kas 2020

ESKİYEN YILLAR...

 

Yılların ardından semtler, mahalleler, kentler de değişiyor, insanlar gibi. Bazısı giderek gelişip güzelleşeceğine  çirkinleşiyor, yeşil alanlar, parklar beton yığınlarına dönüşüyor. Ağaçların yapraksız, meyvesiz, çiçeksiz kalışı gibi. Yazın sıcakta ısınan beton binalar  insanın içini kavuruyor, Gürül gürül akan kaynak sular azalmış, hatta bazısı yok olmuş.
Büyük kentlerimizde tahribat daha fazla.

İstanbul'daki öğrencilik yıllarımı düşünüyorum. Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu, hemen yakınında Kapalı Çarşı, Sahaflar Çarşısı, az ilerde Mahmutpaşa Çarşısı. 8kişilik yurt odaları, her yöreden, her tip arkadaş, değişen oda düzeni, temizliği .Her gün aynı şekilde simit, üçgen peynir, çay ya da tostla yapılan standart kahvaltılar.

Cep telefonlarının olmadığı  dönemler. Ailelerimizce arandığımızda yurttan adımızla anons edilmesi ya da postanede dakikalarca bazen birkaç saat şehirler arası sırası beklemek. Ama zorlukların bile güzel algılandığı dönemler... Çünkü mutluluk çok uzak  değil, az sonra. Beklemeye, sabırlı olmaya alışmışız zaten. Sinirli, öfkeli olanlarımız azınlıkta. Kantinde az kanallı televizyonumuz bile vardı. Ama zevkler çok değişkendi.

Kapalıçarşı rengarenk özgür bir dünyaydı. Sahaflar gizemli bir dünyaydı. Ah o eski kitap kokusu hala burnumda tüter. Bu eski kitapları geçmişte kim bilir kimler okumuştur? Düşler alemine uzun bir yolculuk. Üniversite yaşantım boyunca gelen harçlıklarımı en çok kitaplarla paylaştım.

İlk yılların Şubat tatillerinde Adana'ya kara trenle gidip geldim. Yüzümüz, elimiz, giysilerimiz kapkara olurdu. Sonraki yıllar şehirler arası otobüslerle  uçtuk adeta. Oysa Adana- İstanbul arası 13 saatti. Yıllar eskirken insanlar ve adetler de eskiyor elbette...
Makbule ABALI







10 Kas 2020

10 KASIM ATAMIZI ANMA GÜNÜ...

Ulu Önder Atatürk'ün ölümünün üstünden 82 yıl geçti. Ülkemiz ve dünyamız bu yıllar içinde ne çok şeye tanık oldu. Hep Onu andık, Onu aradık. O olsaydı dedik, yutkunduk, duraksadık.
Çocuklardan , gençlerden çok umutluyuz . Onlar geçmişten aldıkları enerjiyle geleceği hazırlayacaklar.

Atatürk ve Çocuklar...Uzun bir yazı konusu olurdu.

Saygıyla, sevgiyle özlemle anıyor, arıyoruz...

Makbule Abalı-Eğitimci 







9 Kas 2020

KIRIK ÇAY FİNCANLARI...



Evlerde kullanılan camekanlı vitrinleri oldum olası sevemedim.

Değerli eşyalarımızı teşhir gibidir. Göstermelik bir sunuştur adeta.

Oysa Anadolu'da kırsal kesimde ne güzel vitrinli dolaplar vardır. 

İçinde oyalı rengarenk yazmalar dizilmiştir. Bakınca içiniz açılır. Annemin vitrininde en sevdiğim parça, bir porselen çaydanlık ve bir çift çay fincanı en güzel yerde bütün ihtişamıyla dururdu. Ama sanki kullanımlık değil de seyirlikti. 

Bazı eşyalara neden hiç kıyılamaz da kullanılmaz, hala akıl sır erdiremem. Bir süre sonra çay fincanları kırıldığında annemin üzüntüsünü unutamam. Keşke kullansa, doya doya keyfini çıkarsaydı. Bir zaman sonra çaydanlığın üst kapağı da kırıldı ama annem onu o haliyle de atmaya kıyamadı. Çatlak çaydanlığın vitrindeki yeri değişti ama değeri hiç değişmedi. 

Çatlaklar, kırıklar insan yaşamında da onarılmaz izler bırakıyorlar. Küçük kırgınlıklar birikince insan ilişkilerinde de bağlar kopuyor. Büyük kırgınlıklar, kırıklar gibi onarılmıyor da. Değer verdiklerimiz değerden düşünce ne kadar değer kaybına uğruyorlar? Zamanında değerlerini bilebiliyor muyuz?

Makbule ABALI







 

6 Kas 2020

İNSAN SICAĞI...


Her felakette unutulmayacak anlar, belleklere kazınan adlar, fotoğraflar vardır. Rüyalarımıza girer bazen, bazen kabusa dönüşür.
Bir mucizenin adıdır o. Efsane gibi yıllarca dilden dile dolaşır.
Son İzmir depreminde depremden saatler sonra kurtuluşlarına tanık olduğumuz 3 yaşındaki Elif, 4 yaşındaki Ayda ve onları kurtaran ekiplerin başındaki adsız kahramanlar gibi...

Elif kahramanının elini tutmuş. Toprak altındaki enkazdan ellerin dayanışması ile çıktılar. Ünlü şair yazar Ataol Behramoğlu'nun bir zamanlar kullandığı bir deyim geldi aklıma ; "İnsan sıcağı"
Ve Rıfat Ilgaz'ın şiiri:
Elim birine değsin
Isıtayım üşüyünce
Boşa gitmesin
Son sıcaklığım !
Zor günlerde dayanışmaya, paylaşıma, empatiye, anlayışa nasıl da ihtiyacımız var.


..
 

1 Kas 2020

DEPREM_ PARÇALANMIŞ DÜNYALAR...


Önce bir gümbürtü koptu ;

Yerin kilometrelerce altından,

Sesler geldi, korkutan, ürküten,

Gökyüzü birden aydınlandı,

Sonra karardı...

Ardından küçük sesler geldi

Duyarlı köpek, hayvan sesleri duyuldu.

Birden her şey sallanmaya başladı;

Uyuyan çocuklar, yaşlılar, hastalar uyandı. 

Çocuk ağlamaları sardı dört bir yanı,

Öte yandan insan inlemeleri

Tüm sesler birbirine karıştı.

Bir felaket tablosu,

Bir dram ki anlatılmaz.

Ruhlar darmadağın,

Zihinler karmakarışık,

Bütün duygular paramparça,

Bütün duygular karmakarışık;

Merhamet, acı, öfke, isyan...

Kurtarma ekipleri, yardım için çırpınanlar,

Kayıtlar tutuluyor;

Sağ ya da can vermiş, yaralı...

Her şey altüst, her şey yıkıma uğramış,

Bir hayat dramı,

İnsanoğlunun hayatla zor bir sınavı...

Makbule ABALI 

NOT: Bir yıl önce gene bir depremde yazdığım bir şiir.

Bu yıl  30 Ekim 2020 günü yaşanan İzmir Depreminde 

hasar gören, yakınlarını kaybeden tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor, acılarını paylaşıyoruz.


 

29 Eki 2020

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI


Cumhuriyet
 ; fikren, ilmen, bedenen güçlü ve yüksek karakterli muhafızlar ister.   M. K. Atatürk

Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.    M. K. Atatürk

Cumhuriyet erdemli insanların rejimidir.   Montesquieu


Cumhuriyetimizin 97. yılı kutlu olsun.

22 Eki 2020

İMKANSIZI İSTEMEK...

Mutlu anlarda zaman dursa,
Kesintisiz an'lar olsa
Saatler çalışmasa, saniyeler akmasa,
Gölgesiz sevinçler olsa.
Acılar, tasalar itilse bir kenara,
Kin, öfke, nefret saklansa,
İnsan insana kıymasa.
Yaş'sız dönemler olsa bazen,
Güzel yıllar tekrar yaşanabilse.
Karlı, puslu kışlar ertelense
Dört mevsim bahar yaşansa.
Düşler uzun, upuzun olsa
Tan yeri ağarırken uyanılsa,
Günü uzatsak gün batımına kadar,
Olmazları olur kılabilsek...

Makbule ABALI


 

18 Eki 2020

DÜNYA YOKSULLUKLA MÜCADELE GÜNÜ (17.1O. 2020 ) UNİCEF


İlk yağmur damlası onların çadırının üstüne düştü;

Önce tıp tıp 

Sonra sağanak...

İçindeki her şey ıslandı;

Giysiler, yataklar, 

Çocukların defterleri, kitapları

İçme suyu bile yağmur suyuna karıştı,

Gözlerden akan yaşlar saçlardaki damlalarla buluştu

O gün Yoksullukla Mücadele günüydü

Ve o gün yoksulluk , ta içlerine işledi...

Makbule ABALI

 

15 Eki 2020

KÖSE- UNUTAMADIKLARIM...

 Adını bilmezdik. Büyük küçük herkes onu KÖSE diye çağırırdı. Çevrede adını bilen de yoktu. Evi barkı var mıydı, nerede yatar kalkardı, kimi kimsesi var mıydı, bilmezdik... Gözlerine bakamazdım, ürkerdim. Kısacık boyu, yaşlanmış, buruşmuş yüzüyle bir başkaydı. 
Adana'nın Bürücek Yaylasında yazları taşıyıcılık yapardı. Onunla cüssesi çok farklı bir atı vardı. Atın üzerinde çift taraflı bir heybe, Köse'nin elinde atı idare etmek için sembolik bir değnek. Ama o küçük adam ata vurmaya hiç kıyamazdı. Atla nasıl da uyum içindeydiler. 

Çarşıda bazen çocuklar Köse'yi kızdırırlar, atın kuyruğunu çekerlerdi. Bu duruma birkaç kez ağladığım doğrudur. Köse nerede yaşar, ne yer, ne içerdi, hiç bilmezdik. Bazen biz yemek verirdik. O'nun iştahla yemek yemesini görmek mutluluktu. Aslında gülümsediği de belli olmazdı. Yüzüne bakmadan tabağını alırdım. 
Kocaman atını bir ağaca bağlar, işi bitince atıyla yokuş aşağı inerdi.

Ben hiç Köse demedim, diyemedim. Bu çocuk ruhlu küçük adama saygısızlık yapmak istemedim. Babamı çok severdi. 

Babam her hafta sonu şehirden yaylaya gelirken elleri dolu gelirdi. Evimiz bir yokuş yukarısındaydı. Karpuz, kavun  Köse'nin heybesine konur, Köse tarih sayfalarından çıkmış bir kahraman gibi eşyaları getirirdi. Babamın bizlere aldığı kitapları kapalı kabında nasıl da bilir, onları gülümseyerek bize uzatırdı.  
Köse  unutamadıklarımdandır...

Makbule ABALI

7 Eki 2020

HAYAT DERSİ


Birkaç yıl önceydi. okullarda henüz yüz  yüze
  eğitim sürdürülüyordu, Okulların açıldığı ikinci haftaydı. Evler okula uzaktı. O yüzden taşımalı eğitim de uygulanıyordu. Öğretmen okula geldiği ilk gün ilk derste çocuklarla tanışmak istedi. 1 km. lik yoldan yaya gelen 10 çocuk birlikte sınıfa geldiler. 

Birinin elinde farklı, güzel bir çiçek vardı. O yörede yetişen hatmi çiçeği. Çocuk mahcup bir tavırla çiçeği öğretmene verdi. Öğretmen çok mutlu olarak "Nasıl düşündün? "Adını da öğrenebilir miyim" dedi. "Sevineceğinizi düşündüm" dedi çocuk. Adım Umut. "Başka kimler bu çiçeği gördü " dedi öğretmen. 3 kişi daha parmak kaldırdı. 6 sı yanından geçmiş ama görmemişlerdi bile...

Öğretmen "İlk Hayat Bilgisi dersimiz" dedi. Çevrenizi iyi gözlemelisiniz. Çevrenizdeki varlıkları fark etmelisiniz. Duyarlı olmak, insan olmanın en önemli özelliklerinden biridir. Ertesi gün sınıfa çiçek getiren çocuk sayısı 6 olmuştu. Kimi evdeki eski bir tencereyi saksı yapmış, bir başkası rengi gitmiş emaye bir çaydanlığı kullanmıştı. Öğretmen sıraların arasında gezinirken gülümsedi, kendi kendine mırıldandı: "Hayat Dersi, hayatın içinde öğrenilir. "

Makbule ABALI
5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü






































daha parmak kaldırdı.