Bu Blogda Ara

31 Mar 2024

İNCİ ARAL-ANLAR İZLER TUTKULAR -BCP-Mart Ayı



 Bu yazı Blogları Canlandırma Projesi (BCP) kapsamında yazılmıştır. Bu projede her ayın son haftasında belirlenen konular çerçevesinde isteyen arkadaşlar yazı yazabiliyor, film ya da kitap tanıtımı yapabiliyorlar. Bu ayın konusu "Kadın Yazarlar, Kadınları Hikaye Eden  Eserler " idi. 

Kadın yazarlar denince; Ülkemizde önce Füruzan ve Sevgi Soysal gelir aklıma. Gençlik yıllarımın unutulmazları. Füruzan'ın Parası Yatılı'sı, Sevgi Soysal'ın Yenişehir'de Bir Öğle Vakti. Severek okuduğum  kadın yazarlar diye düşününce: İnci Aral, Adalet Ağaoğlu, Tezer Özlü, Nazlı Eray, Tomris Uyar, Ayşe Kulin, Latife Tekin ilk anda aklıma gelenler. Haksızlık etmek istemem, severek okuduğum  başka kadın yazarlarımız da var elbette. Gazete köşe yazarlarından da ne güzel yazanlar var. Sanki kadınlar doğaları gereği ince ayrıntıları, detayları çabuk fark ediyor, insanların gizemli yanlarını, hassasiyet ve kırılganlıklarını daha farklı dile getiriyorlar. Adeta "İç telimize ustaca dokunmak,  değişik tınıları ortak noktalarda buluşturmak gibi..." 

İnci Aral'ın severek okuduğum "Anlar İzler Tutkular" adlı kitabını bu ayın BCP kapsamında tanıtmaya çalışacağım: 

Kitap Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanmış, 159 sayfa. Arka kapakta kitap şöyle tanıtılmış: "İnci Aral'ın hayata, dünyaya ve yazma tutkusuna bakışını yansıtan, okumak, yazmak severek ve yazarak var olmak üstüne düşünce ve deneyimlerini yalın, akıcı bir anlatımla dile getirdiği bu kitap belleğin seçtiği anlara ve akıp giden yaşamın bizde kalan izlerine değinen bir anlatılar toplamı." "İnci Aral her zamanki içten ve alçakgönüllü söylemi ile çocukluktan yazarlığa ulaşan serüvenini anlatırken kendisiyle baş başa kalınmış sıcaklıkta bir sohbet ortamı yaratıyor."

İnci Aral yazmak isteyen gençlere ise şunları söylüyor:" Yazmak, insan ruhunu, bilincini, dalgalanma, yükselme ve düşüşlerini anlama ve insanın önce kendi gecesini aydınlığa çıkarma çabasıdır. Zamanın içinde bir yerlerde kendini aşkla, severek ve yazarak olumlama ve bunlara tutunarak hiçliğe karşı durma uğraşının özü budur." 

KİTAPTAN ALINTILAR: 

ANLAR Bölümünden:

Yazma Zamanı: "Yazma eylemine zaman açısından baktığımda, içinde kararlılık, umut, bir yığın coşku ve kırıklık yani çelişik duygular olduğunu görüyorum. Ama en çok başarma isteği ve  inat vardır. " Kuşkusuz benim yazmam aynı zamanda kendime uyguladığım bir terapidir. " 

"Ben öykülerimi anlatırken, gördüklerimi duymaya, duyduklarımı görmeye, sezgilerimi ve düşlerimi yaşantıya dönüştürmeye çalıştım hep, acının ya da sevincin dışa vurum taşkınlığına aldanmamaya görünenin ötesindekini yakalamaya uğraştım" "Öykü yazmak sonu bilinmeyen bir yolculuktur çoğu zaman." 

İZLER BÖLÜMÜNDEN:

Türkiye Gündemi ve Edebiyat: "Çünkü bir edebiyat eseri , şiir, roman, öykü, bireyin tek başına ürettiği, onun düşünsel ve duygusal özellik ve yeteneğini ortaya koyan estetik bir yapı olmakla birlikte, yazarının nerede durduğu, hangi tarihsel, coğrafi ve toplumsal bölgede yaşadığı da çok önemlidir. 

Bu açıdan bakınca sanatçının ortaya koyduğu ürün yalnızca bireysel değil, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun, ülkesinin ve ulusunun tarihinin, coğrafyasının ve ilişkiler bütününün ortak düşünsel ve ruhsal yapılanmasının da ürünü olacaktır."

" Yaşadığı dönemin yoksunluk ve acılarına olduğu kadar, geçmişin ve geleceğin yanlış kavrayışlarına da duyarsız olan, tarihsel ve toplumsal belleği gelişmemiş, hem ülkesi hem de dünyaya ilişkin kaygıları, soruları, inanç, kuşku ve karşı çıkışları olmayan insanların yazdıkları gelip geçici olacaktır."

" Zamanın iyiliği de yok değil. Keder, acı gibi duyguların şiddetini azaltıyor. Önce belli bir düzeye indiriyor sonra da bizi unutmanın cömertliğine sürüklüyor. Zor zamanlarda felaketler, ölümler, acılar, darbeler öylesine arka arkaya geliyor ki tümünü birden taşıyamıyoruz. İnsanımız acıya dayanıklı. Sabırla yüzleşiyor ölümle ve hayatla. Başına gelecek uğursuzluğu tevekkülle bekliyor. Çünkü çok uzun zamandır işte bu, bunu bekliyordum diye sevindiğimiz aydınlık, umutlu bir gün olmadı."

" Ticari, içeriksiz ve bayağı ürünler insanın dilini, duygu ve düşüncelerini sığlaştırıp basitleştirir. İnsanımızın kültürel erozyona uğraması, tartışan, eleştiren, sorgulayan, yeni üretici ve yaratıcı insan tipini de aşındırıyor. Aslında sistemin amacı, isteği de bu. Düşünmeyen, hazır düşünce kalıplarına teslim olmuş, bir örnek, koyun gibi insanlar."

"Günümüz insanının zevkleri, seçimleri küresel sistem tarafından yönlendiriliyor artık. Dijital teknoloji ve kitle iletişim araçları ortalama insan için öngörülen ucuz örnekleri kalabalıklara empoze ederken binlerce eleştirmenden daha etkin rol oynuyor." 

TUTKULAR BÖLÜMÜNDEN: 

Aynalar ve Kadınlar: "İnanıyorum ki kadınlar ve erkeklerin kadınlar tarafından anlatılmasına gereksinmemiz var."

"Günümüzde ihanet hem olağanlaştı hem de yaygınlaşarak ortalığa döküldü ve sürekli bir huzursuzluk kaynağı haline geldi.  Aldatılmak bir kadermiş gibi yaşanıyor artık."

"Kırk yıldır yazıyorum. Zorlu bir yolculuktu. İniş çıkışlar, vazgeçişler yaşadım. Yine de bugün bile tam olarak başardığımdan emin olamıyorum.  Başarının doğasında kendinden hoşnutluk yoktur."

Sadakat: "Eğer hayatı ve varoluş gerçeğini size sunulduğu gibi kabul eder, sorgulamazsanız ya fazla siner ya da acı çekersiniz. İnsan kendi doğru ve yanlışlarını oluşturmak zorunda."

"Günümüzün şaşırtmacası başarı kavramının fazlasıyla paraya endekslenmiş olması. Para kazanmak ve en güzel arabaya, eve, kadınlara sahip olmak tek hayal haline gelmişse burada doyumsuzluklar ve başarısızlık hissi yoğun demektir."

" Kültür, sanat ve bilim birlikte olduğunda mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesini sağlar. 

" Asıl başarı ise mutlu olabilmektir. Gülebilmek ve sevilmektir. Tersliklerle mücadele edebilmek, insanı sevmektir. Herkesteki en iyiyi bulmak ve karşılık beklemeden vermeyi bilmektir."

NOTLAR:

İnci Aral 1944 yılında Denizli'de doğdu. Manisa Kız İlköğretmen Okulundan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünden mezun oldu.

ROMANLARI.

Ölü Erkek Kuşlar, Yeni Yalan Zamanlar, Hiçbir Aşk, Hiçbir Ölüm, İçimden Kuşlar Göçüyor, Mor, Taş ve Ten, Safran Sarı, Sadakat, Şarkını Söylediğin Zaman 

ÖYKÜLERİ

Ağda Zamanı,  Kıran Resimleri, Uykusuzlar, Sevginin Eşsiz Kışı, Gölgede  Kırk Derece, Ruhumu Öpmeyi Unuttun

DENEME-ANI-ANLATI

Anlar İzler Tutkular, Unutmak, Yazma Büyüsü, Kan Gülleri ve Nar Ağrısı 

ÖDÜLLERİ:

1980 Akademi Kitabevi İlk Kitap Öykü Başarı Ödülü - Ağda Zamanı

1983 Nevzat Üstün Öykü Ödülü -Kıran Resimleri

1992 Yunus Nadi Roman Ödülü- Ölü Erkek Kuşlar 

2001 Yunus Nadi Ödülleri-Öykü Ödülü- Gölgede Kırk Derece

2002 Orhan Kemal Roman Armağanı-Mor

2014 Kıbatek  Ödülü (Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları)

2018 Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü 

 










28 Mar 2024

BİREYSEL UNUTKANLIKLARDAN TOPLUMSAL KAZANÇLARA...



  Aslında gecikmiş bir yazı bu. Ama inanıyorum ki bazı konuları vurgulamak ya da tekrar tekrar hatırlatmanın, konu üzerinde düşünmenin toplumun bilgilenmesine de katkısı olacaktır.  Önemli konulara tek gün ayırmak değil, zaman zaman yeniden dönüşler daha kalıcı bilgiler sağlıyor. Hele konu hatırlamalar ve unutmalarla ilgili olunca daha da önem kazanıyor. 

Çok sevdiğim bir yakınımla birlikte 24 Şubat Cumartesi Günü İzmir Güzelyalı Kültür Merkezi Nazım Hikmet Salonunda İzmir Alzheimer Derneği ile Lions Kulübü'nün  ortaklaşa düzenledikleri bir panele katıldık. İyi ki duyurmuş sevgili Sevil. Konu  "Alzheimer ve Müzik" idi. Konuşmacılar; Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Dr. Aysel Gürsoy, İzmir Alzheimer Derneği Başkanı Sevnaz Şahin ve Müzik alanında uzman Sn. Çiğdem Sabuncuoğlu idi. Çok yararlı bilgiler sunuldu, açıklamalı broşürler verildi. 

Saat 14.00'de başlayan toplantı 16.30'da henüz bitmemişti. Önce Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Sn. Doktor Aysel Gürsoy Demans ve Alzheimer hakkında genel açıklamalar yaptı. Bu arada İzmir Alzheimer Derneği yeni Başkanı , Ege Üniversitesi Geriatri Bölüm Başkanı Sn. Sevnaz Şahin ile birlikte açıklamaları bütünleştirdiler. İlk kez duyduğum bir bilgi bana çok ilginç geldi. Ege Üniversitesi'nde 3. yaş Üniversitesi 2016 yılında faaliyete geçmiş. 60 yaş üstü bireylere haftanın 3 günü ders veriliyor. Derslere  devam  zorunluluğu var. Sağlık Bilgisi,  Dijital okul,  Yazarlık, Vals, Psikodrama derslerden bazıları. Üç yılın sonunda katılımcılara diploma veriliyor. 

O gün tuttuğum notlardan ve broşürden alıntılar yapmak istiyorum:

* "Aktif Yaşlanma, ileri dönemlerdeki vücut ve ruh için yapılan bir yatırım gibi düşünülmelidir. Yaşlanma doğumla başladığına göre, hedefe ulaşmak ve başarılı yaşlanmak için gençlik hatta çocukluk döneminde başlatılmalıdır." 

* Yaş ilerledikçe hastalığın sıklığı artıyor. Risk faktörleri: ailede Alzheimer öyküsü, genetik yatkınlık, kafa travmaları, uzun süreli depresyon, kronik alkol kullanımı, hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, uzun süreli strese maruz kalma. 

* Bir ölçüde korunma amaçlı yapılabilecekler: Akdeniz diyetiyle beslenme. sebze, meyve tüketimini arttırma, kafa yaralanmalarından, düşmelerden korunma, alkol ve sigara tüketimine dikkat edilmesi.

* Son yıllarda yapılan araştırmalar hastalığın fark edilmeden 20-30 yıl geride başladığını ve eğer araştırılırsa tanının 40 ve 50'li yaşlarda da konulabileceğini göstermektedir. 

 *Alzheimer hastalığı bilişsel fonksiyonların kaybına neden olan ve zamanla ilerleyen bir beyin rahatsızlığıdır. 

 *Alzheimer hasta yakınları hastalarıyla iletişim kurarken: sakin ve nazik bir şekilde konuşmaya dikkat etmelidirler. Hastanın ruh hali çok sık değişebilir. Alınganlıklar, depresif davranışlar, ağlama nöbetleri görülebilir. 

* Özellikle saldırganlık ve öfke nöbetleri sırasında hasta yakınlarının da öfkelenmesi hastanın saldırgan davranışlarını tetikler. 

* Alzheimer Hastalığını düşündüren uyarıcı bulgular: Hafıza kaybı, alıştığı işleri yapma güçlüğü, lisan problemleri, zaman ve yere oryantasyon bozukluğu, karar verme yetisinde bozulma, soyut düşünme bozukluğu, eşyaları yanlış yere koyma, kaybetme, kişilik değişiklikleri, duygu ya da davranış değişiklikleri, bir işe başlama yeteneklerinde kayıp.

 *Alzheimer Hastalığına karşı önlem olarak: Bilgiye ulaşmak, kitap okumak, planlı yaşamak, Hareketli olmak, yürüyüş yapmak, müzik dinleyip dans etmek, sosyal olmak, yeni kişiler tanımak, yeni bir iş öğrenmek, sakin olmak, sade yaşayıp neşeli, güler yüzlü olabilmek

* Beyin zoru seviyor, konfor beyni yoruyor. Beyin ve beden uykuda dinleniyor. 

 *Programın son aşamasında Alzheimer ve Müzik konusuna uygulamalı olarak yer verildi. Çiğdem Sabuncuoğlu Hocamız belirli makamların  insan ruhundaki yapıcı ve onarıcı etkisinden söz etti. Gözlerimizi kapatıp müzik dinledik, duygular dile geldi. 

Uzun, detaylı, çok yönlü bir programda ekip çalışmalarının gücüne bir kez daha ta yürekten inandım.  

Mersin'de de değerli Aynur Özge Hocamızın önderliğinde sürdürülen harika çalışmaları hatırladım: Hastalar ve hasta yakınları için programlanan Eğitim Kampları, seminerler, konferanslar, spor ve müzik, el işi çalışmaları, edebiyat saatleri, yoga, makrame, fotoğrafçılık kursları, İmece Mutfak etkinlikleri... Soru sorduğunuzda anında cevap aldığınız uzman bir ekip. Uzaklardan özlemle andım, gönül dolusu selam ve sevgilerimi ilettim. 

Ülkemizin her köşesinde insanı, doğayı, sanatsal etkinlikleri, sporu benimseyen, koruyucu, onarıcı insan sağlığına inanan kişilerin varlığı ve gücü elbette bireylerden topluma yansıyacak, yollarını aydınlatacaktır. İYİ Kİ VARSINIZ... 

Ünlü Düşünür Montaigne ne güzel demiş: "İnsan durmadan bir şeyler yapmalı, yaşama çabalarını elinden geldiği kadar sürdürmeli. Dilerim ki ölüm beni lâhanalarımı dikerken bulsun; Ama ne ölüm umurumda olsun, ne de yarım kalmış bahçem." 

Makbule ABALI 

28 Mart 2024 Urla












25 Mar 2024

AŞIK VEYSEL!İN ARDINDAN



Zamanla pek çok şey unutuluyor, bellekten kayıtlar siliniyor. Ama bazı türkülerin, şarkıların, şiirlerin geride kalan izleri öyle güçlü ki kolay kolay kaybolmuyor. Belki küçük değişimlerle de olsa aynı duyguları yeniden yaşatıyor insana. Yunus Emre'nin, Aşık Veysel'in, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan Abdal'ın , Aşık Mahzuni'nin ve daha nice değerli ozanımızın da izlerini yıllar yok edemiyor.

"Uzun ince bir yoldayım, Dostlar beni hatırlasın, Kara toprak, Güzelliğin on para etmez" sözleri, müziğiyle nasıl unutulur? Aşık Veysel 25 Şubat 1894 yılında Sivas- Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan Köyünde dünyaya geldi. Türkçeyi en yalın  ve güçlü bir şekilde kullanan bir halk ozanımızdır. 7 yaşında o yıllarda yaygın olan çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybetmiştir. Yaşama sevgisiyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. 21 Mart 1973 yılında hayata gözlerini yummuştur. 

Aşık Veysel'den Deyişler:

* Beni hor görme kardeşim. Sen altındın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz, sen gümüşsün ben sac mıyım?

*Anlatamam derdimi dertsiz insana. Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez. 

*Derdin varsa git denize anlat. Kedilere, bulutlara anlat. Pencere pervazında çiçeklere anlat. İnsana dert anlatılır mı hiç?

 *Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, şimdi bir odaya kapandı kaldı. 

*Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım. 

*Ne var ise sende bende , aynı varlık her bedende. Yarın mezara girende sen toksun da ben aç mıyım?

 *Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.

* Bu alemi gören sensin. Yok gözünde perde senin. Haksıza yol veren sensin. Yok mu suçun burada senin. 

ŞİİRLERİNDEN DİZELERLE AŞIK VEYSEL:

GÜZELLİĞİN

Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa 

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa.

ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA

Anlatamam derdimi dertsiz insana 
Dert çekmeyen dert kıymetini bilemez
Derdim bana derman imiş bilemedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz.

Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz. 

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır 
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım 
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum 
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır. 

Aşık VEYSEL 

YÜREĞİNİN SESİNİ ; DİLİNE, SAZININ TELLERİNE AKTARAN TÜM HALK OZANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ.

Makbule ABALI
25 Mart  2024 Urla









21 Mar 2024

KADINLAR... 21 Mart Dünya Şiir Günü

 




Her ülkeden, her yöreden kadınlar

Bir çiçek tarlası gibi;

Kâh su kenarında bir nilüfer,

Kâh dağ yamaçlarında bir nergis 

Ya da bahçelerde bir mor menekşe

Tarlada papatyadır

Niyet çekilen

Belki salon çiçeğidir,

Tarlada, güneşte solan.

Kimi bol su ister,

Kimi susuz da yetişir.

Kaktüs gibidir bazısı 

Dikenlerini geçirmeye hazır

Bazen şaşırtır bir ağacın tepesinde 

Manolyadır, beyaz, naif, narin

Bazen bir gonca gül,

Çiy taneleriyle süslü

Bir sarı çiçek Anadolu'da

Kayaların arasından baş vermiş

Ya da ayak altında ezilmiş bir ot  gibi

Bazen hatmi çiçekleri şifa niyetine

Belki bir zakkum , tehlikeli bir zehir

Her biri farklı, her biri başka

Tıpkı kadınlar gibi, türlü çeşitli

Mutlu mutsuz, hüzünlü, coşkulu...


Makbule ABALI-Eğitimci

 (2021 yılında yazdığım bir şiir )




20 Mar 2024

ALİ SİRMEN - SEVGİLİYE MEKTUPLAR

 


Cumhuriyetimizin 100. yıl kutlamalarının ardından Cumhuriyet aydınlarının yasını tutuyoruz. Cumhuriyet Devrimlerinin yılmaz savunucusu duayen Gazeteci Ali Sirmen'i yitirdik. Son yazısını  6 Mart 2024 tarihinde yazmış; "Laiklik nedir? " Bu yazısının bir cümlesinde " Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir." deyişi yer alıyor. Demokrasi aşığı, yurtsever , kişiliğinden ödün vermemiş dürüst bir insanı , değerli bir yazarı yitirdik. 

Ali Sirmen 1939 İstanbul doğumlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 50 yıllık gazeteci. 2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne değer görülmüştür. Pek çok genç gazeteciye örnek ve önder olmuş,  yorumlarıyla köşe yazarlığı yapmış, iki kitabı yayınlanmış, çeşitli televizyon programlarına katılmıştır. 

18 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet  Gazetesi'nde Işık Kansu'dan ne güzel bir değerlendirme var: "Pırıl pırıl bir bilinç, beyefendilikle örülmüş saygınlık, eleştirel ince bir zekâ, yurtseverliği evrensel insancıllıkla bütünleştiren Aydınlanma algısı.  Sevgisiyle güneşlendiğim, ustalığıyla biçimlendiğim, ağabeyliği ile kardeşlendiğim, aklıyla yönlendiğim büyüğümü yitirdim. Babamın ölüm yıldönümünde varoluşun  uzamında bir yıldızım daha ışıklı izler bırakıp gitti." 

Ali Sirmen çok sevdiği eşi avukat Mine Sirmen'i beş yıl önce yitirmişti. Mine'nin ölümünden sonraki  yazısı çok anlamlıdır; "Mine ile 58 yıllık birlikte yaşamdan sonra birden fark ettim ki ben artık  Mine'siz  tek başına yaşamayı unutmuşum. Şimdi 80 yaşında bunu yeni baştan öğrenmeye çalışıyorum." Ali Sirmen'in ölümünün ardından Ataol Behramoğlu da şöyle yazar: " Kardeşim, arkadaşım, düşündaşım cezaevi ve hücre yoldaşım  Ali Sirmen, Mine'sine kavuştu diyelim." Mine'nin kız kardeşi kuzenim sevgili Zeynep de telefonda  "Ali Abi Mine'nin bana emanetiydi." diyerek hıçkırıyordu. Babası, çok değerli dayım İhsan Barlas'ı , eşi Şefika Yengemizi rahmet ve saygıyla andım...

İhsan Dayımın kızı kuzenim sevgili Mine, tanıdığım en zarif, zeki, bilgili kadınlardan biriydi. Mersin'deki evimize eşiyle birlikte halasını, bizleri ziyaret amaçlı gelmişlerdi. Bu kitap o günün armağanıdır. Ali Abi'nin tüm yazılarını bilgilenerek, etkilenerek okurdum. Ama  özellikle Pazar yazıları bir başkaydı. Bu yazıları hep sevgili eşi Mine'ye yazdığını düşünürdük. "Sevgiliye Mektuplar" kitap haline dönüştüğünde  Ali Sirmen önsözde şöyle açıklar: "Bir yazar için diyalog kurabildiği okur en büyük sevgilidir ve kalemi elinden düşmediği sürece, sönmeyecek bir aşk vardır aralarında. Çeşitli konuları içeren bu kitap biraz da bu aşkın öyküsüdür." 

Cumhuriyet Kitapları arasında yer alan bu kitabı ilk okuyuşumun üzerinden 16 yıl geçmiş. Altını çizerek okuduğum satırlar güncelliğini yitirmemiş, kitap daha da değer kazanmış. 261 sayfalık bu kitaptan tanıtım amaçlı birkaç alıntı :

* Ölüm Mahkûmları adlı yazısından:

"İnsan da her canlı gibi, şaşmaz bir ölüm mahkûmu, doğduğu andan itibaren her gün adım adım oraya doğru ilerliyor. Her an, her saniye şaşmaz bir şekilde amaca doğru ilerliyoruz. Yıllar geçtikçe bir bir giderken dostlarımız ve dostluklar anıya dönüşürken artıyor yalnızlığımız. Bulunduğun yerden elini uzat Sevgili, onu görmesem bile, böyle acı anlarında, inan bana hissedeceğim."

* Çocukluk Yazları adlı yazısından:

"Nasıl da geçti o yazlar...? Çocukluk yazları Sevgili, çok  uzaklarda kaldı şimdi... Ama ne gam! Hâlâ yazlar ve çocuklar olduğuna göre, hâlâ yaşanıyor çocukluk yazları. Galiba gerçekten de geçen zaman değil,  o duruyor, geçen biziz... "

*Mutluluğa ya da mutsuzluğa dair... adlı yazısından:

"Peki  mutluluğun tam bir tanımı olabilir mi?  Pek sanmıyorum. Mutluluğun öğeleri, insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme değişebildiğine göre, neye dayanarak, herkese ve her duruma uyan tam bir tanım yapacaksın ki? 

*Seçim Aynı zamanda Vazgeçmektir De... adlı yazısından:

 "Sevgili, Seçim demokrasilerin temeli, onsuz olmazı, zorunlu koşulu, ama tek başına yeterli de değil. Doğum ile ölüm parantezi içindeki yaşam seçimler sürecidir, diyebiliriz. Yine de kişinin seçiminde tümüyle özgür olabilip olamayacağı konusunda ciddi kuşkularım olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Özgür seçim için her şeyden önce, olasılıkları iyi değerlendirebilmek gerek. En bilginimiz için bile bilginin sınırları acaba nereye kadar varıyor?" 

Bir Cumhuriyet aydınını, güçlü bir yazarı, üstün niteliklerle donanımlı çağdaş bir Atatürkçü'yü  dün son yolculuğuna  uğurladık. Saygıyla, rahmetle anıyoruz. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun.

Makbule ABALI 

2O Mart 2024 Urla








17 Mar 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 238- RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ



Bloglarda her hafta bir konu ile belirlenen Ağaç Ev Sohbetleri 238. haftada. Bu haftanın konusu "Sade ve Derin - Deeptone " Arkadaşımız tarafından belirlenmiş: 

 "RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ"

Her dinin kendine göre belirli kuralları, yargıları var. Dini konularda İlahiyat Fakültelerimizde görevli akademisyenler, din eğitimi veren okullarımızdaki görevlilerden uygun bilgiler alınabilir elbette. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk 'ün ekranlardaki sohbetleri ne güzel olurdu. 

Kişisel olarak inançlara saygı gösterilmesinden yanayım. Din bir baskı, korkutma ve sindirme aracı olarak ele alınmamalıdır. Dini konular ahlaki konuların düzenleyicisi ve koruyucusu olarak da ele alınabiliyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri de bu amaçla işlendiğinde tutucu değil, inandırıcı, eğitici bilgiler de daha kalıcı ve yararlı olacaktır. 

Ramazan Ayının güzellikleri dendiğinde; geçmişten bugüne toplumun değişen değerleriyle çocukluktan yetişkinliğe kadar bıraktığı izler, farklılaşan yaşamlar geliyor aklıma. Düşünüyorum: Ramazan Ayı sadece bedensel anlamda değil, ruhsal anlamda da bir detoks, arınma, kötü huylardan uzaklaşma, iyiye yönelmeyi içerir. Tok açın halinden anlar, ihtiyacı olanlara böbürlenmeden, aşağılamadan yardım elini uzatır. Muhtaç durumdaki kişilerin ihtiyaçları imkanlar elverdiğince giderilir. 

Eskiler "İbadet ve kabahat gizlidir." derlerdi. Kabahat   elbette suçlu olmak değildi. Eve gelen misafire niyetli misin ya da oruçlu musun diye sorulur, gerekirse ikram da yapılırdı. Büyükleri taklitte çok usta olan çocuklar da oruç tutmaya özendiklerinde kısa süreli çocuk orucu vardı. Ramazanlarda "Komşuda pişen size de düşer." denir, yemek tabakları evden eve taşınırdı. Hangi çocuk komşudan gelen farklı bir yemeğin cazibesine dayanabilir? Ramazan bolluk ve bereket ayı sayılırdı. 

Hatırlıyorum, davulcular yanık sesleriyle maniler de söyleyerek davulun sesini yakından da dinlenir kılarlardı. Acaba eski müezzinlerin sesi mi daha farklıydı, mikrofonlarla yarışabilirlerdi. Sabah ezanı bir ses bombardımanı değil, bir tatlı huzura dönüşürdü. Görevini zorunluluk değil de sorumluluk anlayışıyla yapmanın farkı bu inceliklerde gizliydi belki de .Alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor insanlar. Uzun yıllar oruç tuttum. Kendi isteğimle, içtenlikle. Rahatsızlıklar nedeniyle artık tutmuyorum. Bu konuda kimsenin kimseyi kınamaması gerektiğine inanıyorum. 

Günümüz Ramazanlarında en çok yadırgadığım şeyler: İç huzuru, vicdan, merhamet, sevgi, saygı, dürüstlük , doğruluk gibi kavramların değer kaybetmesi adeta tersyüz edilmesi. Çıkar ilişkileriyle kurulan sahte beraberliklerin tavan yapması, gerçekten ihtiyacı olanların unutulup farklı kişilere yardım yapılması, görkemli iftar sofralarında gövde gösterileri, yalan vaatlerin  havada uçması,  yardımların dahi reklam edilmesi... 

Gözler görmez, kulaklar duymaz olursa, dil tatlı bir sözle gönül almazsa tüm zamanlar insani değerlerden yoksun kalmaz mı? Her ayın, her yılın güzelliği de , iyiliği de insanı İNSAN yapan küçük ayrıntılarda gizli. Manevi değerler, maddi değerler gibi kolay ölçülemiyor, hassas terazilerin kayıtları farklı herhalde...

Makbule ABALI
17 Mart 2024 Urla







16 Mar 2024

ÇUHA ÇİÇEKLERİ VE ÇOCUK GÜLÜŞÜYLE AYDINLANAN GÜNLER

 


Serin ama güneşli bahar günleri yaşıyoruz bugünlerde. Biraz kırsal kesim, biraz yayla havası karışımı. Henüz havalar da karar veremediler. Mevsim geçişleri yaşanıyor. Tarlalarda papatyalar boy verdi. Hatta bazıları Arnavut Kaldırım taşlarını arasından başlarını çıkarmışlar. Yanı başlarında sarı çiçekler de onlara eşlik ediyor. Ağaçlar farklı kuş türleriyle doldu. Ötüşleri farklı. Beyaz kelebekler çoğaldı birkaç gündür. 

Mersin'deki evimizin balkonunda her bahar renkli çiçekler olurdu: Arpa zambakları , menekşeler mis gibi kokar, çuha çiçekleri renkleriyle gönüllere ışık ve enerji taşırdı. Sokaklarda mimozalar da sarı çiçekleriyle yerlerine daha derin kökler salmışlardır. Çiçeklerle gelen mutluluk bir başkadır. Çocuklar gibi saf, katıksız, iddiasız. Özellikle papatyaları ve çuha çiçeklerini çocuklara benzetirim; Gösterişsiz, abartısız, sade, minik çiçekler... 

Dün öğleden sonra çiçeklerimiz gelmeden müjdesi geldi sanki. Bahçe kapımızın önünden uzun boylu,  genç güzel bir kadın; yanında küçük, sevimli bir kız çocuğu ve iki köpeğiyle geçerken çocuk ansızın durdu, önce annesine, sonra eve baktı, gülümsedi. İnsanın içini ısıtan, sımsıcak bir gülümseme. Annesi yanındaki iki köpekten birini kucağına aldı, yola öylece devam ettiler. 

Zaman zaman küçük bahçemize eli dokunan Serkan Usta'dan çuha çiçeği bulursa almasını rica etmiştim. Başka çiçekler vardı, onlar yoktu. Bulunca haber verdi, sevindim.  Küçük kızın uğuru mu derken, birden tekrar onları gördüm.  Anne- baba ve çocuk yürüyüşe çıkmışlardı.  Henüz adlarını bile bilmediğim o güzel insanlarla ilk konuşmamız böylece oldu.  Küçük güzel kız -NİL- gene bahçe kapısının önünde durdu, babasından kapının önünde kendiliğinden biten papatyalardan koparmasını istedi. Babası: "Ama onlar kopmaz" dedi. Çocuğun yüzü dalgalandı birden..

Nil ve anne babasıyla ayaküstü böylece tanıştık. Henüz 3 yaşında değildi sanırım. Bizlere ve çiçeklerimize güzel gülücüklerini, öpücüklerini bıraktı. Elinde sımsıkı tuttuğu bir papatya onu nasıl da mutlu etti. Çocuklarda  küçük yaştan başlayan  başlayan doğa ve insan sevgisi değil midir bizleri böylesine umutlandıran? 

Bu sabah çuha çiçeklerimize ilk can sularını verdim. Gün ışığı aydınlattı onları. Sevgili Nil ve güzel ailesinden enerji de yüklenmişlerdi sanki...

Makbule ABALI

16 Mart 2024 Urla




12 Mar 2024

RADYOAKTİVİTELİ YAĞMURLAR ÜSTÜNE - Nazım HİKMET

 


Kapayın pencereleri sımsıkı,

çocukları sokaklara bırakmayın,

yağmurlar ölüm taşıyor tohumlara,

paslı yağmurlar yağıyor.


Yağmurları temizlemeli,

yine gümüş gibi parlatmalı yağmurları,

yağmurlar yine yalnız güneşi taşımalı tohumlara,

çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde,

pencereleri yağmurlara açabilelim yine.

...

Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek

atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,

yalnız meraklıları değil, bütün insanlık

şiirin aynasında kendini seyredecek. 


Nazım HİKMET 





9 Mar 2024

BİR CUMHURİYET KADINI - Müzeyyen Gültekin


Cumhuriyetimizin 100. yılında güneşli bir Mart Günü. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Dünyanın her yerinde bir ana, bir eş, bir kardeş, bir evlat, bir akraba, bir dost, arkadaş, komşu kimliğinde kadınlar.  Farklı dillerde, farklı ırklarda, farklı renklerde dünya kadınları. 

Ülkemizde Cumhuriyetle birlikte dünya kadınlarından önce nice haklara sahip olmuş kadınlarımız. Vefalı, duyarlı, hassas, hamarat, üretken kadınlarımız... Bazen can yoldaşı, bazen yol arkadaşı, sırdaş, arkadaş, eş, örnek insanlar.

Her zaman, her vesileyle anarız sevdiklerimizi; Bugün eski siyah-beyaz fotoğraflara bakarken düşler ülkesinde gezindim, huzur buldum, duygulandım, mutlu oldum, hüzünlendim. Bu yılın Kadınlar Günü'nde içimizden birini anmak, kısaca tanıtmak istedim. Bazen yıllar önce yaşamış, yaşadığı sürece çok kişiye dokunmuş, iz bırakmış farklı kadınlar vardır. Adını bilmeseniz de, hayat hikâyesini okumasanız da onlar bir yerlerde çok uzaklarda yaşamış olsalar da tanıdıkça benimser, seversiniz. Belki çok kişi tarafından tanınmadan bu dünyadan göçüp gitmişlerdir  ama sessiz sedasız  anılarda yaşarlar  unutulmaz katkılarıyla... 

Benim hiç anneannem, ya da ninem, ebem olmadı. Ancak geride kalanların büyük ailesinde kuşaktan kuşağa bir özveri, vefa ve sadakat örneğiydi kadınlar. Kadın olmak, ana olmakla eşdeğerdi büyüklerin gözünde. Eşe sadakat temel değerlerden idi. "Bir yastıkta kocamak" deyimi öylece üretilmiş olmalıydı. "Yuvayı dişi kuş yapar", Ana evin temel direğidir.",  "Kol kırılır yen içinde." Hep bu sözlerle, deyişlerle büyütülmüş o kuşaklar. 

Annem, annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, hiç tanımamış. Onu büyük ablası büyütmüş-bir anne gibi. Annesini  hiç tanımadan büyüdüğünden belki, çocuklarına çok düşkündü. Annesiz bir çocuk nasıl büyür, nasıl genç kız olur ve gün gelir nasıl  annelik yapar kendi çocuğuna, hep hayal etmiş annem. Belki o yüzden buram buram hüzün kokardı yazıları, şiirleri, mektupları. Neşesi bile bir süre sonra hüzünle buluşur ama hiçbir zaman acısını, sıkıntısını dile getirmezdi. 

Zaman zaman sessizce ağladığını bilirdim, hissederdim belki de. Gurbeti, acıyı iyi bilen o kuşağın duyguları , davranışları sanki uzun, soluk bir perdenin ardına gizlenmiş gibiydi. Kimse perdeyi aralamaz, fakat meraklı gözler hep bir elin o perdeyi çekmesini beklerdi. Meraklıdır insanlar; özel yaşamları hep merak ederler. Nedendir bu merak duygusu...? 

Annem bir Cumhuriyet kadınıydı. Öyle yaşadı, çocuklarının ve öğrencilerinin öyle yetişmesine özen gösterdi ve  Cumhuriyetin değerlerine hep sahip çıktı. Antalya'da ilkokulu bitirdikten sonra Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve daha sonra Ankara Kız Ertik Öğretmen Okulu (Kız Teknik Öğretmen Okulu) Dikiş Öğretmeni olarak mezun olur. O yıllarda başarılı öğretmenler yurt dışına eğitime gönderilmektedir. Ankara Olgunlaşma mezunu olarak o haktan yararlanabilecekken ülkemizde öğretmen olmayı tercih eder. Uzun yıllar kaymakam olarak görev yapmış çok sevdiği babası Celâl Bey'i  kaybetmiştir.  Anı defterleri, şiirleri  bu acının izlerini taşır. 

Evlilik hikâyesi ilginçtir. Babam Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Kâhta'ya savcı olarak atanır. Daha sonra Adana'da göreve başlar. Yakınlarına Cumhuriyet değerlerini ve ilkelerini savunan bir öğretmenle evlenmek istediğini söylediğinde, Adana İsmet Paşa Kız Enstitüsünde dikiş öğretmeni olarak görev yapan annemi önerirler. O yılların Kız Enstitüleri, kız meslek liseleri çok seçkin bir kadroyla çok donanımlı öğrenciler yetiştirirlerdi. Dünya küçük; Rumeli kökenli bir aileden, Kıbrıs kökenli bir aileye uzanan yaşam bağı... 

Evliliklerinin üçüncü gününde babam  ihtiyaç üzerine muvazzaf subay olarak yeniden askerlik görevi için Konya'ya gitmiş. Zaman zaman ikisi de görevlerini aksatmadan Adana- Konya arasında tren yolculukları yapmışlar. Adana'da iki ayrı semtte geçti yıllar. Önce Yağ camii  civarında bir evde,  sonra Gazipaşa Bulvarı'na ve yeni Vali Konağı'na yakın tek katlı, bahçeli evimizde. 

Çevremizde kooperatif kurularak yapılmış tek  katlı Öğretmen evleri vardı. Ve bomboş tarlalar. Sonraki yıllarda oralar Adana'nın çok değerli bir semti olacaktır. Çok katlı apartmanlar arasında müteahhide kat karşılığı verilen son  ev, bizim ev oldu. Zamanında ne mutlu anılara eşlik etti o ev. Bahçesinde biz çocukları düşünerek kurulmuş iki büyük salıncak, zeytin, muz,  erik ve türlü çeşitli çiçekler., her çeşit narenciye ağacı, kayısı. Ve bir köşede tavuk kümesi, her gün yumurtalarını alırdık. Doğa sevgimizin temeli o yıllardan kalmadır.

Cumhuriyet kadınları,  öğretmenleri, Cumhuriyetin Kılık -Kıyafet Devrimine de hemen uyum sağlamışlardır.  Sonraki yıllarda babam ilk tanışmalarını anlatırken: " O gün annenizin üzerinde çok şık bir döpiyes, başında da güzel bir şapka vardı, yüzünü tam göremedim "diye gülerek anlatırdı. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, fedakârlıklarla güçlenen çok mutlu bir evlilikleri oldu. Milli ve dini bayramlar evimizde tam anlamıyla yaşanırdı. Orta direk bir aileydik ama  soframızda her zaman konuklarımız olurdu. Gösteriş, kibir, başkalarını aşağılamak, alay etmek, saygısızlık , ayıptı.  

Bu kuşaklar yokluğu, savaşı  bilen,  ekmek karnesini, karartmaları gören, kayıpların, ölümlerin acısını ta derinden yaşayan insanlardı. Azla yetinmesini bilir, israfa karşı çıkar, her şeyi yeniden değerlendirir, tüketimden üretime yönelirlerdi. Büyük kardeşin giysisi küçük kardeşe ayarlanır, okul kitapları her yıl değişmediğinden kardeşten kardeşe kalırdı. Çocukları tasarrufa alıştırmak için iş derslerinde kumbaralar yapılır,  basit tarım etkinliklerine yer verilirdi.  Annem o yıllarda Kız Enstitüsü dikiş derslerinde en basit ve ucuz malzeme olan çuvaldan (Telis ) elbise diktirdiğini anlatırdı. 

Annemin öğrencileri, arkadaşları, dostları, komşuları arasındaki adı "Hocanım" idi. Her yaştan insanla iletişim kurup sohbet ederdi. Adana İsmet  İnönü Kız Enstitüsü'nde genç yaşta Biçki- Dikiş Atölyesi Şefi olmuştu. Çalışkanlığı, titiz ve düzenli çalışmaları ile çok sevilen bir öğretmen olarak anılır. Ancak çocuklar büyüdükçe işi zorlaşır. Eşinin de uygun görmesi ile evinde çalışmaya başlar. İlkokul sonrası dikiş öğrenmek için gelen öğrencilerden ücret almaksızın dışardan siparişler alarak terzilik yapar. Belli yazılı kuralları vardır :Kadınlara yakışan giysileri özenle diker. Moda göz ardı edilmez ama her yaşa uygun modeller önerir.  Gelinlikler, abiye kıyafetler, manto ve döpiyesler, elbiseler Sipariş Atölyesinde provayla dikilir. İç dikişler, sürfile ve baskılar hep elde yapılır. 

Evde sürekli ses veren iki ana ses kalmış belleğimde: Annemin dikiş makinesi sesi, babamın eve getirip çalıştığı dava dosyalarını düzenlerken kullandığı daktilo sesi. İkisinin de işlerinde gösterdikleri titizlik, sorumluluk bilinci, görev anlayışı bizleri de etkilemiştir. Annem özel çalışırken bile Devlete gelir vergisi ödemeyi hiç ihmal etmedi. Defterlerini babam tutardı. Özellikle bayram günleri yoğun çalışmaların ardından nasıl olurdu da çocukların bayram giysileri yatak  odasında asılı olarak sevinç ve mutluluk haykırışlarını  beklerdi ?

O yorgunlukla ev düzeni nasıl sağlanır, ev mis gibi kokan taze çiçeklerle donanır, kahvaltı sofrası hazırlanır, misafirler ağırlanırdı ? Bunun cevabı, yuvasının kadını ya da iyi anne olmanın sırrında  gizli  sanırım. Onlar yoktan var etmesini bilen kadınlardı. Kuru ekmeklerden yapılan soğanlı, domatesli, naneli çorbayı çok severdik. Babam "Annenizin pilavı , yemekleri  bir başkadır der, mutfakta yardımcı da olurdu.  Şiirleri, şarkıları, türküleri her ikisi de çok severdi. Güzel sanatlara meraklıydılar. Babamın büyük boy yağlı boya tabloları usta bir elden çıkmış gibiydi. 

Bu güzel uyum, gün geldi  hastalık ya da kazalar, rahatsızlıklarla sekteye uğradı. Babamın Trigeminus nevraljisi hastalığına uzun süre teşhis konamadı, tedavi aksadı, ardından bir trafik kazası  onu yatağa bağlı kıldı. İşlerliğini hiç kaybetmeyen bir bellek, ancak yaşama uyumu güçleştiren yetersizlikler hepimizi çok üzdü. O zor yıllarda eşine çok bağlı, seven bir kadının hem çalışıp evini çekip çevirmesi,  çocuklarını yetiştirmesi, her şeye rağmen ortak hayallerini  sürdürmesi çok takdir gördü, kuşaktan kuşağa aktarıldı. Öyle alçakgönüllü idi ki "Ben sadece yapmam gerekenleri yaptım."  derdi. 

Tanımadığımız, adlarını bile bilmediğimiz nice Cumhuriyet Kadını; Yurdunu, vatanını seven, insani özelliklere değer veren, gerektiğinde zorluklardan yılmayan, pes etmeyen, yüreği sevgi dolu, vefakâr, fedakâr kadınlarımız... Kitaplara konu olacak öykülerini bilmediğimiz Anadolu Kadınları. Doğuda, Batıda, Güneyde, Kuzeyde ülkemizin her yöresinde, kimi zaman kendilerine ayrılmış günlerin farkında bile olmadan çevresine katkıda bulunan, maddi- manevi yardım elini uzatan tüm kadınlarımız: İYİ Kİ VARSINIZ. Varlığınızın farkında olan, değerinizi bilen, anlayan tüm Erkeklere de vefa borcuyla... 

Makbule ABALI 

9 MART 2024. Urla