Bu Blogda Ara

6 Ağu 2016

YAYLADA UZUN BİR GÜN...


Günlük uyku ihtiyacı kişiye göre değişebilir. Bazen 8 bazen 9 saat. Ama yayladaysanız uzun, yorucu bir günün sonunda daha erken yatma ihtiyacını duyarsınız. Sabah gün erken başlar. Erken kalkınca gün de verimli oluyor. Sabah güneşi aydınlanmayı sağlarken kuşlar cıvıltılarıyla eşlik ediyorlar. 


Beldede yaşayanların bahçeleri genellikle evlerden uzak mesafede. Oraya gitmek için erken yola çıkmak gerek. Sabah kahvaltısı çoğunlukla  çay ve sıkma. Ya da yufka ekmek yanına tulum peyniri. Gün uzundur yaylalarda. Yapılacak çok iş vardır. İş bölümü yapılmışsa iş de kolaylaşır. Bazen buğday kaynatılır, kurutulur, değirmende bulgur olmak için yola çıkar.

Bazen "imece usulü" ile uzun süreli yufka ekmek yapılır, domates, biber salçası hazırlanır. Sırada reçel ve marmelat vardır. Bazen de meyvelerden pestil yapılır. Çevrede çok yararlı otlar var. Yayla halkı bu konuda çok duyarlı ve bilinçli.
Bizim bahçede semizotu (bu yörede tokmakan deniyor.)özgürce yayılmış. Çevredeki pek çok ev yararlanıyor. Kesildikçe daha çok veriyor. Yemeği, böreği, salatası  yapılarak çok çeşitli şekillerde kullanılıyor.


Kuşlar bu yıl da bizi yalnız bırakmadılar. Kırlangıçların yaptığı yuvalara serçeler de konuk oldu. Ben kuşların bereket ve güzellik getirdiğine inanıyorum. Doğanın küçük aksesuarları. Bahçede iki sulama havuzu ve damlama teşkilatı var. Sulama havuzlarına kurbağalar konuk olmuşlar. Gece oldu mu bir kurbağalar korosu başlıyor.


Havuza bir miktar göktaşı atılınca rengi çok tatlı bir maviye dönüşüyor. Bu uygulama bahçedeki ürünler için de yararlı. 



Beldeye uğrayan satıcılar çok renkli bir görüntü oluşturuyorlar. Kamyonetlerde ellerinde hoparlörle mutfak eşyaları satanlar, sebze satanlar  ya da kilim alıp halı, paspas, battaniye satanlar.  Ne yazık, pek çok köy evinden güzelim kilimler gitmiş, yerlerini makine halıları almış. Arada bakır tencere, sahan ve siniler de alüminyum tencerelerle yer değiştirmişler. Eskinin, geçmişin değeri henüz tam anlaşılamadı. Nedense ülkemizde parıldayan her şey daha değerli sanılıyor...

Yayladaki çocuklar erken olgunlaşıyorlar. Çünkü ailedeki işbölümü içinde sorumluluk almaları  gerekiyor; kardeşine bakmak, çalı çırpı toplamak, yemek yapılırken yardımcı olmak, bazen hayvanları otlatmak... Doğal ortam içinde , doğal gıdalarla doğanın düzenine uymak.
Büyük-küçük bunu başarmaya  çalışıyor. 100 yaşını aşan insanlar var. Ömür burada uzuyor galiba. Dağların doruklarına  doğru kayıt altına alınmış "anıt ağaçlar" var. Sanki insanlar da, diğer canlılar da bu güzel ortamda kendini tazeliyor.





Buralarda güneşten koruyucu, üstü tente veya asmayla, sarmaşıkla kapatılmış oturma düzenlerine" talvar" deniyor. Talvarın altı, konuk ağırlama için gölgelik, serin bir mekan oluyor. Fotoğrafta görülen talvarın altındaki koltuklar ve sehpa bir mobilya mağazasından alınmadı. 
Burada bir bakkalın büyük mağazalardaki ürünlerden ilham alarak ahşap malzemeyle yaptığı ürünler. Böyle bir girişimciliği  takdirle karşılıyorum.

Yaylada eşim ve ben konuk ağırlamaktan hoşlanıyoruz. 
Hele çocukluk arkadaşlarıyla karşılaşınca eşim çok mutlu oluyor. Güzel, sıcak sohbetlerle saatler geçiyor. 
Ünlü yazar Osman Şahin ilkokuldan sınıf arkadaşı. Onların zor koşullarda geçen çocukluk öykülerini ben de ilgiyle dinliyorum.
Evin altı eskiden elma deposu iken bazı değişikliklerle bir oturma düzeni oluşturduk. Taş evler yazın kavurucu sıcaklarında doğal klima etkisi yapıyor. Kışın da ılık oluyor.


Sabah 07.00'den akşam 19.30'a kadar Belediye otobüsleri Mersin-Arslanköy arasında seferler düzenleniyor. Bazen günübirlik gelip dönülüyor.
Deniz seviyesinden 1500 m. yükseklikte insanın aklına kar geliyor doğal olarak. Piknik yolu üzerinde bir oturma düzeni oluşturulmuş. Yaylacılar karsambaç satıyorlar. Yaylanın en doğal ve en güzel tatlısı karsambaç. Hatta sağlıklı da denebilir. Katkı maddesi yok. Dağların zirvesinden alınmış temiz karın yontularak  üstüne pekmez veya bal dökülmesiyle oluşan bir tatlı. Bu yıl çeşidi çoğaltmışlar; vişneli, çilekli, kirazlı ve karışık çeşitleri de var. Hemen yakınında sıkma, börek, ayran, mısır satılan bir yer de var.


Bu yıl iki gün süren 3. Şaymana Müzik Festivali bile yapıldı. Sloganı: "Çadırını al da gel" idi. Şaymana çok eski bir mağaranın adı. Bu adı taşıyan bir sosyal tesis de var. Burada yemek kültürü çok gelişmiş. Topalak çorbası, öğcel, sarımsaklı köfte, içli köfte, kabak çiçeği dolması ilk anda aklıma gelenlerden. İlginçtir, kabak çiçeği günün ilk ışıklarıyla toplanıyor. Sonraki saatlerde içine kapanıyor. Dişi çiçekler kabak olarak yetişiyor, dolması yapılamıyor. Sanki özgürlüklerini kanıtlıyorlar böylece. Ya da eşleriyle güzel bir işbirliği yapıyorlar. Doğa kendi düzenini sağlamış.


Yaylada günler uzun. Gün doğumundan gün batımına kadar yaşam bir koşturmacayla sürüyor. Ama çalışmaktan şikayetçi değil bu insanlar. Mutlular. Belki o yüzden birkaç saatlik uykudan  sonra güneşin ilk ışıklarıyla zinde kalkıp yeni güne hazırlanıyorlar. Yeni bir gün yeni umutlar, yeni beklentiler demek.

Ama insanoğlu dünyanın her yerinde doğal afetlerle mücadele ediyor. Yağmur, sel, dolu, deprem...5 Ağustos günü ansızın bastıran olağanüstü bir yağmur , fırtına ve dolu herkesi zamansız yakaladı. 40 dakika içinde yerler bembeyaz oldu. Ağaçlar meyvelerle donanmışken yapraklar ve meyveler hızla döküldü. Üreticinin şansı ve kazancı, doğayla ve hava durumuyla iniş çıkışlı.
Bazen kar, bazen fırtına, yağmur ya da dolu... Varsın olsun. İnsan her şeye hazırlıklı.  Yaşadıkça umut hiç tükenmiyor ki...

Çiçekler de bahara kavuşmuş gibi öyle güzel açmışlardı  ki.
Ama onlar da biliyor ki daha önlerinde nice yazlar var...

Makbule ABALI 
Arslanköy 2016 Ağustos 










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder