Savaştan barışa, karanlıktan güneşe
Çıkmayı özlediler hep;
Tüm heykeller, bütün heykelcikler
Yıllar, yüzyıllar boyu.
Ama hep sustular, hep suskundular...
Cansızdır, taştır, heykeldir dedik,
Geçip gittik yanlarından çoğu kez.
Oysa heykeller de ne çok şey anlatır;
Görene, bilene, anlayana, duyana...
Dillenir bazen sanki, cansız taşlar bile;
Sorar, sorgular, hesap sorar,
Yıllar, belki yüzyıllar öncesinden,
Dağlar, denizler ötesinden...
Dürter bir kalıp, bir kaide insanoğlunu adeta,
Dokundurur, çarpar, seyreyler,
Sorgular gidişatı sanki...
Konuşmaz, konuşamaz elbette heykeller,
Dudaktan okumayla bile anlaşılmaz, demek istedikleri.
Ancak dikkatlice bakmak gerek gözlerine-yüreklerine,
En usta yontucularla, içten-yürekten...
Yüzlerine, yüzümüz kızarmadan,
Gözlerine, utanmadan-sıkılmadan,
Dokunmak bedenlerine, incitmeden-sarsmadan
Ses vermek gerek cansız taşlara bile;
Engin kıyılardan, dipsiz kuyulardan,
Uçsuz bucaksız karalardan-ovalardan...
Selamsız-sabahsız, emirsiz-komutsuz,
Belki cansız, belki biraz umutsuz
Dirençle-inatla-inançla;
Birken bir olmak, milyon olmak,
Yoktan var etmek, var olmak...
Uzakları yakın kılarak fısıldamak;
Evrene, dağlara, taşlara...
Belki de haykırmak tüm gücümüzle,
Ve gönül almak insanca;
"Biz varız, yok olmadık, hazırız..."
''Döneceğim diye gittin,
YanıtlaSilGidiş o gidiş,sanki yittin''
Ben,tam da bıraktığın yerde,iyiliğin için
dilek tutmakta,sustu sandığım yüreğinin,taşları
bile dillendirdiğine tanıklık etmekteyim.
Merhaba,
YanıtlaSilBir çalışmanız "Bloglardan Seçmeler"de yayınlandı.
Hayırlı günler dileğiyle.