Önce ritmik bir biçimde yere vuran bir cisimden gelen sesleri duydu; Tık-tık...tık-tık-tık....tık-tık... Birden irkildi. Sabah erkenden yürüyüşe çıkmıştı. Dönüş yolunda yorulunca küçük parktaki bir banka oturmuştu. Ses arkadan, parkın parke taşlı yolundan geliyordu. Arkasını dönüp baksa sesin kaynağını görebilecekti. Ama bekledi... Hemen dönmedi. Ses devam etti; Tık-tık... tık-tık-tık... Daha fazla sabredemedi. Biraz korkmuştu da. Birden döndü ve onları gördü;
40 yaşlarında bir erkek ve yanında 10 yaşlarında bir çocuk. Adamın elinde bir baston vardı, ses ondan geliyordu. Adamın giysilerinin yoksul bir görüntüsü vardı. Belki yamalı, yırtık değil ama yıllarca giyilmiş görüntüsü veriyordu. Ütüye gerek duyurmayan bir pantolon, kravatsız yaka ekose bir gömlek, başında spor bir kasket.
Çocuğun giysileri biraz daha farklıydı. En azından yoksul bir görüntüsü yoktu. İkisinin de giysileri temizdi.
Park sakindi. Üçünden başka bir bankta oturan bir çift daha vardı.
Genç kadın sesin kaynağını görünce endişesinin yersiz olduğunu anlamıştı. Gözü bastonda "Yardımcı olabilir miyim" dedi. "Yanımda çok az miktarda var ama..."Cümlesini tamamlayamadı.
"Biz dilenci değiliz bayan" dedi bastonlu adam. "Hayır öyle demek istemedim" diyerek bir şeyler söylemeye çalıştı kadın.
"Biz zor geçinen ama onurlu ve namuslu insanlarız" dedi adam.
Utandı, başını öne eğdi genç kadın. Spor ayakkabıları bildik bir markaydı. Çok sade, mavi bir eşofman giymişti. Bastonlu adamın görmediğini fark etti birden. Bakıyor ama görmüyordu. Yanındaki çocuk canlı baston gibiydi. Birbirlerini öyle güzel tamamlıyorlardı ki. İçi ısındı birden bu ikiliye. Sevgiyle gülümseyerek baktı. Her gün dönüş yolunda sabah çayını içtiği kafe 5 dakika uzaklıktaydı.
İçinden geldi, çekinerek sordu; "Ben çay içeceğim. Size de bir sabah çayı ikram edebilir miyim?" Sanki cevabın "hayır" olacağından emindi.
Çocuk babasının yüzüne baktı, kolunu sıktı. Belli ki O çok istekliydi. Adam çok net bir sesle "Neden olmasın" dedi. Konuşurken kafeye ulaştılar. İçeriye baktılar, çay demlenmiş, taze poğaçaların güzel kokusu sokağa yayılmıştı. Dışarıda bir masaya oturdular. Kırmızı pötikare örtüler vardı masaların üzerinde. Küçük toprak vazolarda çiçekler bile konmuştu masalara. Adam çiçekleri göremiyordu ama küçük vazoyu eline aldı, evirdi, çevirdi, kokladı.
"Yasemin koymuşlar" dedi." Ne güzel kokuyor, sabah ve gece daha keskin kokar. Bilir miydiniz?" Dalgındı ama soruyu duydu genç kadın. "Hayır"dedi.
Çaylarını yudumlarken konuşmaya başladılar. Uzun zamandır konuşmaya hasret kalmış gibi önce adam konuşmaya başladı; "Bu benim oğlum Onur. O benim her şeyim. Öğleden sonraları okuluna gider. Ben evde kalırım. Birbirimizi idare ediyoruz. İki yıl önce bir trafik kazasında eşimi ve gözlerimi kaybettim. Onur okulda idi. O kurtuldu. Çok zorluklar yaşadık. Ama artık alıştım." Derin bir nefes aldı, arkasına yaslandı. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra devam etti;
"Doğuştan değil, sonradan görme engelli olduğum için renkleri biliyorum. Sulu boya resim yapıyorum. Renklerde engel tanımıyorum. Yeni hayatımda çok şeye alıştım, pek çok engeli aştım. Oğlumla benim asıl engelim toplumdaki duyarsız insanlar. Çarparak yürürler, yol vermezler, yer vermezler. Bir Engelliler Evimiz var. Ev dışında orada çok mutlu olurum. Müzik dinleriz, gençler bize gazete, kitap okurlar. Yardımcı olurlar, tavla, satranç oynarız. İhtiyaç olduğunda bir araba gönderirler, doktora gideriz. Belediye Başkanımız engellilerle çok ilgilidir.
Genç kadın ilgiyle dinliyordu. Babası duraksayınca Onur söze başladı; "Babam ve arkadaşları bazen okullarımıza gelirler. engellilere nasıl davranılması gerektiğini anlatırlar."
Genç kadın "Benim için farklı bir sabah oldu bu sabah" dedi. "İyi ki kahvaltımı sizinle yaptım. Ne çok şey öğrendim." "Biz de"dedi Onur. "Nasıl mutlu olduk. Uzun bir zaman sonra kahvaltıda üç kişiydik." Gerçekten üçü de kendi çapında mutluydu o anda. Üçünün de gülümseyen yüzlerinden belliydi.
Yeni, farklı insanlar tanıma, kendini yeterli görme, özgürlük, işe yarama, yardımcı olma, engelli olma, engellenme, öz güven kazanma, ön yargılı olma, peşin yargılardan arınma... Bu tanışmadan herkes kendine göre bir şeyler kazanmıştı. Uygun iletişim için önemli olan yol, önce empati kurmakla başlıyordu...
Çocuğun giysileri biraz daha farklıydı. En azından yoksul bir görüntüsü yoktu. İkisinin de giysileri temizdi.
Park sakindi. Üçünden başka bir bankta oturan bir çift daha vardı.
Genç kadın sesin kaynağını görünce endişesinin yersiz olduğunu anlamıştı. Gözü bastonda "Yardımcı olabilir miyim" dedi. "Yanımda çok az miktarda var ama..."Cümlesini tamamlayamadı.
"Biz dilenci değiliz bayan" dedi bastonlu adam. "Hayır öyle demek istemedim" diyerek bir şeyler söylemeye çalıştı kadın.
"Biz zor geçinen ama onurlu ve namuslu insanlarız" dedi adam.
Utandı, başını öne eğdi genç kadın. Spor ayakkabıları bildik bir markaydı. Çok sade, mavi bir eşofman giymişti. Bastonlu adamın görmediğini fark etti birden. Bakıyor ama görmüyordu. Yanındaki çocuk canlı baston gibiydi. Birbirlerini öyle güzel tamamlıyorlardı ki. İçi ısındı birden bu ikiliye. Sevgiyle gülümseyerek baktı. Her gün dönüş yolunda sabah çayını içtiği kafe 5 dakika uzaklıktaydı.
İçinden geldi, çekinerek sordu; "Ben çay içeceğim. Size de bir sabah çayı ikram edebilir miyim?" Sanki cevabın "hayır" olacağından emindi.
Çocuk babasının yüzüne baktı, kolunu sıktı. Belli ki O çok istekliydi. Adam çok net bir sesle "Neden olmasın" dedi. Konuşurken kafeye ulaştılar. İçeriye baktılar, çay demlenmiş, taze poğaçaların güzel kokusu sokağa yayılmıştı. Dışarıda bir masaya oturdular. Kırmızı pötikare örtüler vardı masaların üzerinde. Küçük toprak vazolarda çiçekler bile konmuştu masalara. Adam çiçekleri göremiyordu ama küçük vazoyu eline aldı, evirdi, çevirdi, kokladı.
"Yasemin koymuşlar" dedi." Ne güzel kokuyor, sabah ve gece daha keskin kokar. Bilir miydiniz?" Dalgındı ama soruyu duydu genç kadın. "Hayır"dedi.
Çaylarını yudumlarken konuşmaya başladılar. Uzun zamandır konuşmaya hasret kalmış gibi önce adam konuşmaya başladı; "Bu benim oğlum Onur. O benim her şeyim. Öğleden sonraları okuluna gider. Ben evde kalırım. Birbirimizi idare ediyoruz. İki yıl önce bir trafik kazasında eşimi ve gözlerimi kaybettim. Onur okulda idi. O kurtuldu. Çok zorluklar yaşadık. Ama artık alıştım." Derin bir nefes aldı, arkasına yaslandı. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra devam etti;
"Doğuştan değil, sonradan görme engelli olduğum için renkleri biliyorum. Sulu boya resim yapıyorum. Renklerde engel tanımıyorum. Yeni hayatımda çok şeye alıştım, pek çok engeli aştım. Oğlumla benim asıl engelim toplumdaki duyarsız insanlar. Çarparak yürürler, yol vermezler, yer vermezler. Bir Engelliler Evimiz var. Ev dışında orada çok mutlu olurum. Müzik dinleriz, gençler bize gazete, kitap okurlar. Yardımcı olurlar, tavla, satranç oynarız. İhtiyaç olduğunda bir araba gönderirler, doktora gideriz. Belediye Başkanımız engellilerle çok ilgilidir.
Genç kadın ilgiyle dinliyordu. Babası duraksayınca Onur söze başladı; "Babam ve arkadaşları bazen okullarımıza gelirler. engellilere nasıl davranılması gerektiğini anlatırlar."
Genç kadın "Benim için farklı bir sabah oldu bu sabah" dedi. "İyi ki kahvaltımı sizinle yaptım. Ne çok şey öğrendim." "Biz de"dedi Onur. "Nasıl mutlu olduk. Uzun bir zaman sonra kahvaltıda üç kişiydik." Gerçekten üçü de kendi çapında mutluydu o anda. Üçünün de gülümseyen yüzlerinden belliydi.
Yeni, farklı insanlar tanıma, kendini yeterli görme, özgürlük, işe yarama, yardımcı olma, engelli olma, engellenme, öz güven kazanma, ön yargılı olma, peşin yargılardan arınma... Bu tanışmadan herkes kendine göre bir şeyler kazanmıştı. Uygun iletişim için önemli olan yol, önce empati kurmakla başlıyordu...
engelleri aşamıyoruz,empati kuramıyoruz.aslında kendi engelimiz beynimiz,bilmiyoruz.
YanıtlaSilKeşke daha çok sayıda insan bunu başarabilse. Çeşitli nedenlerle mutsuz olan öyle çok insan var ki.
YanıtlaSil"Engelimiz beynimiz" çok doğru. Bilebilsek...
empati kurmak sanırım bunu daha sıklıkla yapmalıyız.. ve engelleri her şeye rağman aşabilen bu insanları gördükçe, okudukça hayıflandıklarımdan utanıyorum..
YanıtlaSilsevgiler..
Gerçekten öyle. Empati kurabildiğimiz sürece karşımızdakini daha iyi anlayıp duygularına daha yakın oluyoruz.Çok güçlü bir irade ve olağanüstü bir çaba ile çok şeyi başarıyorlar.
Silevet haklısınız da ama foto ne güzel yaaa manzaranız ne güzel ne şans :)
YanıtlaSilEngellilere daha güzel, daha huzurlu bir hayat sağlanması içten dileğimizdir.
SilMersin gerçekten güzel bir şehir. Fotoğraf evden sahil yoluna bir bakış.
Sanırım Lena da bilir oraları. Selamlar...
İşte bu. Evet bence bu. Toplumumuzda o kadar engelli var ki. Bu tür kazalarda, ameliyat sonrasında oluşan engellerde zor yaşamlar sürdürenlerin yanı sıra bir de "akraba" evlilikleri sonucu engelli doğan çocuklar. spastik çocuklar. Görme ve işitme engelliler. İşitme engeli olanlarda dolayısıyla konuşma engeli de söz konusu. Toplum olarak engellilere yaklaşım konusunda da sınıfta kalmış durumdayız. Belediyeler görme engelliler için caddelere yürüyüş parkurları oluşturur. Birileri gelir oraya araba park eder. Yazacak o kadar çok şey var ki. Kadının olgun yaklaşımını bugün kaç kişi gerçekleştirebiliyor. Parkta ki Onur ve babasına saygıyla yaklaşan o kadından ders almamız lazım. Bu tür yazılarınızın devamı dileği ile. Kaleminzi daim olsun. Saygılar.
YanıtlaSilBazı önemli kurumlarda, kuruluşlarda, hatta okul ve hastanelerde engelliler için yolların ayarlanmamış olması, asansör konmaması da hayretle karşılanacak bir durum. Bazen heyet raporu alması gereken bir engelli tekerlekli sandalyesiyle zorlukla 2. veya 3. kata çıkarılıyor.
SilTüm düşündüklerinize katılıyorum. Söylenecek, yazılacak çok şey var gerçekten. Öyküyü daha uzatmamak için öyle bitirdim". Parktaki kadın" gibi insanlarımızın çoğalmasını ben de yürekten diliyorum. Ve iyi hizmet sunan duyarlı belediyelere nasıl da ihtiyacımız var.
Güzel yorumunuza çok teşekkürler. Saygılar.