Eskiden haberleşme ağı bu kadar geniş olmadığı için mi haberdar olmazdık pek çok şeyden. Yoksa insanımız davranış mı değiştiriyor? Bazı haberler içimize bir "ses bombası" gibi düşüyor adeta. "Bu kadarı da olmaz" diyorsunuz, ama oluyor. Gözlerimiz fal taşı gibi açılıyor, tüylerimiz diken diken oluyor. Ama hayat gene tüm hızıyla devam ediyor. Beynimiz dumura uğruyor bazen. Vücudumuzda uyuşmalar, alerjiler başlıyor. Haberin üstünden 1-2, belki 3 gün geçiyor... Ve sonra hiçbir şey olmamış gibi gene kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yalnızca kafalarımızda tamamlanmamış cümleler, noktalı virgüller, ünlemler, soru işaretleri, sonsuza uzanan noktalar...Bitmemiş, yarım kalmış öyküler...
Tepkisizliğe alıştık adeta. Yoksa insanımız davranış mı değiştiriyor? Yer, yöre, zaman, ad belirtmeden son günlerdeki bazı haberleri ardı ardına sıralasak; toplumsal zaaflar, örselenmiş hayatlar, keskin hatlarıyla ortaya çıkıyor. "Umursamaz, vurdumduymaz,şiddet eğilimli, suskun, hakkını arayamayan, bencil, sevgisiz..." Bu özelliklerin hepsi aynı anda bir kişide toplanmıyor elbette. Ama "güçlü olmak" pahasına, karşısındakine "yenik düşmemek" adına, bu olumsuzluklar bazen "kişilik özellikleri" haline dönüşebiliyor.
Artık eskisi kadar şaşırmaz olduk. Daha serinkanlı olmak değil bu. Kötüye, kötülüğe alışmak, kanıksamak, eskisi kadar etkilenmemek. Olağan dışını olağan saymak belki de... Son bir ayda gazete haberlerinden okuduk veya ekranlardan izledik. Her biri toplumsal yapımızda kara birer sayfa gibi. Bunlar en yakın zamanda duyduklarımız. Kim bilir daha niceleri var...
En son yüreklerimizi burkan olay: 3 yaşında bir çocuğun, karlı bir kış günü hastalandığında çağrılan ambülans 8 saatte gelmeyince ölümü üzerine bir çuvala konarak sırtta, kilometrelerce yol katederek il merkezine otopsiye götürülmesiydi. O küçücük cansız beden zatürreye yenik düşmüştü. Babanın bir tepenin üzerine çıkarak cep telefonu ile bağlantı kurma çabaları da sonuç vermemiş. Oysa en uzak köylere ulaşıldığını vurgulayan "cep telefonu reklamları" nasıl da ikna ediciydi.
Ailenin bembeyaz karlar üzerinde adeta bir "ölüm kervanı" gibi yolculuğu, ülkemizden bir "kara tablo" idi. Acil çağrılarına bakan hemşirenin sonradan ağladığı söyleniyor. İnsan insanı ancak "empati" kurarsa anlayabiliyor. Yoksa çoğumuzun kapıları iletişime kapalı. Zorlamıyoruz. Ancak ölüm, acı gerçeği bize bütün çıplaklığıyla hatırlatıyor...
Bir başka çocuk öyküsü, "cezalandırma" yöntemiyle ilgili. Nerede olduğu önemli değil, ülkemizde yaşanan bir çocuk dramı, uygulayıcı içimizden bir insan... Bir berber dükkanına zamanında gelmeyen çırağını buluyor, boynuna bir ip geçirip motorunun arkasına bağlıyor, şehrin işlek bir caddesinde peşinden sürüklüyor. Olayı görenler ancak bir süre sonra engelliyorlar. İnsanın boynuna yular geçirmek... İçler acısı. Sonraki günlerde gazetelerde berberin utancı, pişmanlığı dile getirildi. Oysa o çocuğun acısı, utancı, sıkıntısı, ezikliği yıllar boyu nasıl giderilebilir...
Son haftalarda gerçekleşen bir başka örnek: Genç bir kadın yolda giderken bir kapkaççı arkadan yaklaşıyor, çantasını almaya çalışıyor. Genç kadının başını defalarca acımasızca kaldırıma, yere çarptıktan sonra cep telefonunu alıp kaçıyor. Yoldan geçenler görüyorlar, izliyorlar ama çaresiz, korku içinde hiçbir şey yapamıyorlar. "Suç ve ceza" nasıl, ne zaman karşılığını bulur böyle bir olayda...? Bu saldırıda "ölüm" yok, ama ölmemesi , beyin kanaması geçirmemesi, sakat kalmaması mucize. Tam anlamıyla "öldürmeye kasıt" var. "Suç ve ceza" adil ve ölçülü olmuyorsa, toplumda suçlular da giderek çoğalıyor.
Son bir ay içinde olan bir başka olay: Bir öğretmen, evlilik dışı ilişkiden doğan 6 aylık bebeğini evde tek başına bırakıp eşiyle buluşmaya il dışına gidiyor. Bir hafta evde" tek başına" kalan bebek, doktorların deyişine göre; acı çekerek, açlıktan,soğuktan ölüyor. Annenin psikolojik sorunlarının olması , olayı hafifletir mi?
"Kaza" değil, "cinayet" gibi ölümler... Acı, gözyaşı, eziyet hepsi bu olayların içinde. Bazı gün sopalar, bıçaklar, silahlar pervasızca kullanılıyor. Düğünler bile kana bulanıyor. Sevginin, aşkın yolu "şiddet" köprüsünden geçiyor.
Toplum olarak nasıl bu hale geldik? Ne oldu bize? Acıma duygumuz, insanlığımız nasıl dumura uğradı? Normalin dışına nasıl çıktık, nasıl kanıksadık bu görüntüleri? Bu olayları ruh sağlığımız bozulmadan nasıl izleyebiliyor, nasıl dinleyebiliyoruz? Tahammül sınırımız nereye kadar? Vatandaş, uykusu kaçmadan, huzuru bozulmadan suçluları ne kadar izleyebilecek?
Ülkedeki psikiyatri uzmanları, psikologlar, sosyologlar, sosyal hizmet uzmanları, aile hekimleri, eğitimciler, ne zaman araştırma sonuçlarını, önerilerini yayınlayacaklar,anlatacaklar, ne zaman bizleri rahatlatıp, bilgilendirecekler, sorularımızı cevaplandıracaklar...? Ne oldu bize...?
Ailenin bembeyaz karlar üzerinde adeta bir "ölüm kervanı" gibi yolculuğu, ülkemizden bir "kara tablo" idi. Acil çağrılarına bakan hemşirenin sonradan ağladığı söyleniyor. İnsan insanı ancak "empati" kurarsa anlayabiliyor. Yoksa çoğumuzun kapıları iletişime kapalı. Zorlamıyoruz. Ancak ölüm, acı gerçeği bize bütün çıplaklığıyla hatırlatıyor...
Bir başka çocuk öyküsü, "cezalandırma" yöntemiyle ilgili. Nerede olduğu önemli değil, ülkemizde yaşanan bir çocuk dramı, uygulayıcı içimizden bir insan... Bir berber dükkanına zamanında gelmeyen çırağını buluyor, boynuna bir ip geçirip motorunun arkasına bağlıyor, şehrin işlek bir caddesinde peşinden sürüklüyor. Olayı görenler ancak bir süre sonra engelliyorlar. İnsanın boynuna yular geçirmek... İçler acısı. Sonraki günlerde gazetelerde berberin utancı, pişmanlığı dile getirildi. Oysa o çocuğun acısı, utancı, sıkıntısı, ezikliği yıllar boyu nasıl giderilebilir...
Son haftalarda gerçekleşen bir başka örnek: Genç bir kadın yolda giderken bir kapkaççı arkadan yaklaşıyor, çantasını almaya çalışıyor. Genç kadının başını defalarca acımasızca kaldırıma, yere çarptıktan sonra cep telefonunu alıp kaçıyor. Yoldan geçenler görüyorlar, izliyorlar ama çaresiz, korku içinde hiçbir şey yapamıyorlar. "Suç ve ceza" nasıl, ne zaman karşılığını bulur böyle bir olayda...? Bu saldırıda "ölüm" yok, ama ölmemesi , beyin kanaması geçirmemesi, sakat kalmaması mucize. Tam anlamıyla "öldürmeye kasıt" var. "Suç ve ceza" adil ve ölçülü olmuyorsa, toplumda suçlular da giderek çoğalıyor.
Son bir ay içinde olan bir başka olay: Bir öğretmen, evlilik dışı ilişkiden doğan 6 aylık bebeğini evde tek başına bırakıp eşiyle buluşmaya il dışına gidiyor. Bir hafta evde" tek başına" kalan bebek, doktorların deyişine göre; acı çekerek, açlıktan,soğuktan ölüyor. Annenin psikolojik sorunlarının olması , olayı hafifletir mi?
"Kaza" değil, "cinayet" gibi ölümler... Acı, gözyaşı, eziyet hepsi bu olayların içinde. Bazı gün sopalar, bıçaklar, silahlar pervasızca kullanılıyor. Düğünler bile kana bulanıyor. Sevginin, aşkın yolu "şiddet" köprüsünden geçiyor.
Toplum olarak nasıl bu hale geldik? Ne oldu bize? Acıma duygumuz, insanlığımız nasıl dumura uğradı? Normalin dışına nasıl çıktık, nasıl kanıksadık bu görüntüleri? Bu olayları ruh sağlığımız bozulmadan nasıl izleyebiliyor, nasıl dinleyebiliyoruz? Tahammül sınırımız nereye kadar? Vatandaş, uykusu kaçmadan, huzuru bozulmadan suçluları ne kadar izleyebilecek?
Ülkedeki psikiyatri uzmanları, psikologlar, sosyologlar, sosyal hizmet uzmanları, aile hekimleri, eğitimciler, ne zaman araştırma sonuçlarını, önerilerini yayınlayacaklar,anlatacaklar, ne zaman bizleri rahatlatıp, bilgilendirecekler, sorularımızı cevaplandıracaklar...? Ne oldu bize...?
Biraz da insanları çaresiz hissettirmek için yapılıyor bu haberler; insanların insanlığa olan inancını yitirip her şeyi bir seferde çözecek bir kurtarıcı baba figürünün ihtiyacını duyalım diye aslında birbiriyle bağlantısız bu haberleri arka arkaya sıralıyorlar. Hatta yeri geldiğinde uyduruyorlar. Elbette ki bu tarz trajediler, vahşet hikayelerinin çoğu gerçek, ancak 70 küsur milyon insan içinde bunların failleri oldukça küçük bir oranı gerçekleştiriyor. Evet, aynen yazının başında söylediğiniz gibi, biraz da her şeyden haber almamız sayesinde oluyor bunlar. Ama alsında bu haberlerin çoğu birer toplumsal mühendislik çalışması. Toplumun ruh halini yontuyorlar. Çünkü olaylar ne kadar gerçek olursa olsun, olayların sunum biçimi ve sunuluş sırası tamamen keyfi ve bu keyfiyet manipülatif olarak kullanılıyor. Sadece gündem değiştirmek için değil, insanlığa olan inancımızı sarsmak için...
YanıtlaSilElbette farklı yansıyan haberler de oluyordur sevgili Can. Ama bunlar, toplumu gerçekten derinden yaralayan ibret öyküleri. İzleri uzun süre silinmeyecek.
SilÜlkenin çok uzak bir yerinde, hatta dünyanın uzak bir köşesinde, hiç
tanımadığımız bir "insana" yapılan kötü bir davranış hepimizi düşündürmeli inancındayım.
Ama tabii bazen gündem değiştirmek, bazen insanlığımızı sınamak için de farklı uygulamalar olabilir. "Ayırt edici" olmak lazım.İnsanın insana zulmü, benim içimi acıtıyor.
Ben şaşkınlıkla izler oldum yaşanları, bu kadar da değiliz olmamalıyız sanki.
YanıtlaSilSevgiler ...
Keşke çok da uzun olmayan bir süreçte, yeniden bir "toplumsal iyileşme" yaşasak. Sevgisiz, kırıcı, şiddet eğilimli haşin, kaba insanlar olarak değil, birbirini "insan" yerine koyan bireyler olarak varlığımızı sürdürsek.
SilVe bu defa olumlu değişime şaşırsak... Keşke....
Sevgiyle.